Paylaş
Su da geçirmez, hakaret de... Kolay kızmaz, öfkelenmez, kin tutmaz.
Öyle olur olmaz kişilerin, olur olmaz yazılarından kolay kolay müteessir olmaz.
Tek sabıkası, biraz değil, hallice alıngan olmasıdır.
Anlayacağınız her sabah Gregor Samsa gibi uyanmaya idmanlı bir maneviyata sahiptir.
Dün okuduğum yazı işte böyle bir adamı perişan etti.
Alındım. Samimi olarak alındım...
“Hürriyet Gösteri” dergisi son sayısında Ece Ayhan’ın “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiiri üzerine küçük bir dosya hazırlamış.
Hepimizin hayatına kazınmış, müthiş bir şiirdir.
Arkadaşım Oğuz Demiralp’in “Artık meşhur ama hâlâ meçhul” adlı yazısını büyük keyifle okudum.
Sonra Haydar Ergülen’in “Ölü çocuklar alfabesi” başlıklı yazısına geldim.
Allah için o da çok iyiydi.
Ancak yazının bir bölümüne “iliştirilmiş” bir paragraf vardı ki, işte onu okuyunca mideme kramplar girdi.
Bu bölüm benim, Ece Ayhan’ın ölümünden sonra yazdığım yazıyla ilgiliydi.
İnsana “Durup dururken nereden çıktı” dedirten bölüm şöyle başlıyordu:
“Ece Ayhan öldüğünde Ertuğrul Özkök bir yazı yazmıştı. Tabii her zamanki gibi Ece Ayhan’a değil, kendisine ilişkin bir yazıydı... Akla ziyan şeylerdi söyledikleri.”
Akla ziyan şeyler yazdığım gibi bir iddiam hiç olmadı. Ayrıca Ece Ayhan’la ilgili bir yazının “akıl” imtihanından, yıldızlı pekiyi almaması gerektiğine inanırım.
Ancak arkasından, yaptığı bir yorum var ki; ona “Bir dakika” diyeceğim.
Güya ben, “Beni Marksizmden Ece Ayhan kurtardı” diye yazmışım.
Geçmişte “kimse benim devrimci olduğuma inanmadığı için” bu yazdıklarıma da inanmazmış.
Madem herkes kendi meşrebine göre yorum yapıyor, ben de yapayım.
Yazıyı okuyunca anladım ki; Ece Ayhan’ı sevmek, onun şiirini okumak isteyen herkesin Haydar Ergülen’den, geçmişte devrimci olduğuna dair bir “temiz kâğıdı” getirmesi gerekiyormuş.
Ben Attila İlhan’ı da çok severim. Onun ölümünden sonra da yazdım.
Acaba onun üzerine yazmak için kimlerden “temiz kâğıdı” almalıydım?
Bitmedi, Cemal Süreya var. Oktay Rifat, Edip Cansever, Sezai Karakoç, Hüseyin Ferhad...
Necip Fazıl da var.
Küçük İskender’i de ekle.
Hadi, Enis Batur, Özdemir İnce arkadaşım, onlardan torpille alırım.
Ya ötekileri ne yapacağım?
Hangi şehrin şiir muhtarına başvurup, ikametgâh ilmühaberi alacağım; hangi poezya savcısından temiz kâğıdı getireceğim.
Bu küçücük “embedded” paragraf, yazıda öyle pis pis sırıtıyor ki.
Belli ki, bohçada başka öfkeler, kızgınlıklar var: Bir gün bir yere iliştirilmek üzere, öyle ihtimamla, taammüden saklanmış.
“Bekler bazı şiirler, bazı günleri...”
“Artakalan Zamanda” CD’sinin yazılarının birinde, “Bizim kuşağın her üyesinin şahsi kütüphanesinde mutlaka bir ‘Üvercinka’ vardır” diye yazmışım.
Meğer yıllardır kütüphanemde “bana yasak kitaplar” saklıyormuşum.
Çok özür dilerim Aziz Ece Ayhan.
“Asker kaputu” giymiş etik nöbetçilerinizin izni olmadan kitaplarınızı satın almışım.
Meğer, her Ece Ayhan okurunun üstünde “kendinden büyük bir çocuk” devriye gezermiş.
Söz; bir daha hakkınızda yazmadan önce, “Şiirleri Ayarlama Enstitüsü”ne başvurup, temiz kâğıdı isteyeceğim.
Öteki şairler için de gerekli mercilere şimdiden müracaatımı yapacağım.
Çünkü şiiri seviyorum ve sırada epey şair var...
İlgilenene: Söz konusu yazım, 14.7.2002 günkü Hürriyet’te yayımlandı. Başlığı: “Ertuğrul Özkök diye genç bir adam”
Yazıyı okumak için tıklayın
Paylaş