GEÇEN hafta sonu Ankara'da değerli gazeteci Metin Toker'in ölümünün birinci yılı dolayısıyla düzenlenen törenlere katıldım.
Törenlerde bizden önceki kuşaklardan bazı gazeteci büyüklerimiz konuşmalar yaptı.
Çoğu, bizim mesleğin eskilerine hákim olan o ruh hali içindeydi.
‘‘Geçmişte basın ne kadar iyi idi, gazeteciler ne kadar iyi idi, oysa bugün ne kadar kötü.’’
BİZ PİJAMAYI ÇEKİNCE
Ben zaman zaman arkadaşlarıma şaka yaparım.
‘‘İlerde emekli olup, pijamaları çektiğimizde acaba biz de böyle nostaljik muhabbetler yapacak mıyız?’’
İnşallah yapmayız.
Çünkü bu türden ‘‘Mirim, eskiden her şey ne kadar güzeldi’’ geyikleri bana trajik geliyor.
Neden mi?
Çünkü birkaç şey hariç, bugün hiçbir şeyin eskisinden daha kötü olduğuna inanmıyorum.
O birkaç şey de çevreyle, denizlerin, havaların kirlenmesiyle, bir de şehir estetiğimizle ilgili şeyler.
Şöyle kendinizi bir yoklayın.
Eskiden daha iyi olan ne vardı?
Ekmek, peynir, zeytinyağı mı? İnanın bugün hepsi çok daha çeşitli ve çok daha kaliteli.
Et mi? Girin marketlere etin kalitesini görün.
Bacağından asılmış koyunların durduğu sinekli vitrinleri aklınıza getirin, bir de buna bakın.
Kızlar mı? Benim dönemimde Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde güzel kız ve yakışıklı erkek parmakla gösterilecek kadar azdı.
Bir de bugün sokaklardaki kızlara, genç delikanlılara bakın.
Hepsi daha güzel, daha yakışıklı.
YA GAZETELER
Gazete ve televizyonlar mı? Hem haber, hem hayatın öteki alanları hem de teknik kalitesi bakımından eskiye göre çok daha ileri, çok daha canlı.
Ama insan ruhu böyle. Yaşlanıp pijamaları çekti mi, geriye özlem, bugüne de hasetle bakıyor.
Peki basında bugün geçmişe göre daha kötü olan hiçbir şey mi yok? Var.
Zaten yazımın asıl konusu da bu.
Bu geçmişe göre kötü olan şeyi, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın önceki gün sorduğu soru ortaya koyuyor.
O soru şu:
‘‘Bunca zarar eden gazete ve televizyonlar nasıl hálá ayakta durabiliyor?’’
Biz bu soruyu yıllardır soruyoruz. Ama her defasında bize aynı şeyi söylüyorlar.
‘‘Siz tekelleşmek istiyorsunuz?’’
Aslında tekelleşme iddiası korku değil, bahane.
Çünkü bu bahane, Türkiye'de bütün yolsuzlukların, hırsızlıkların, medya terörü suçunun üstünün örtülmesi için kılıf olarak kullanılıyor.
Gelin bu soruyu hep birlikte ve yüksek sesle bir daha soralım:
Milyonlarca dolar zarar eden bu gazete ve televizyonlar nasıl ayakta duruyor?
Cevap, halkın sırtına yüklenen 25 milyar dolar banka batığının arkasında saklı.
SORUNUN CEVABI
Çünkü banka hortumcusu çevreler, bunca zarara rağmen hálá o gazeteleri ve televizyonları açık tutarak, kendilerini de cezaevi dışında tutmayı başarıyorlar.
Ellerindeki medya araçları ile kurdukları terör çetesi, Türkiye'de herkesi sindirip korkutuyor ve bu da onlara akıl almaz bir ‘‘dokunulmazlık zırhı’’ sağlıyor.
Bu dokunulmazlık zırhı, terör aleti haline gelen gazete ve televizyonların zararını fazlasıyla telafi ediyor.
Bugün Türk basınında geçmişe göre kötüleyen işte budur.
Medyanın tedhiş, insanların sindirilmesi amacıyla kullanılması ve maskeli patronların kanun dışı işlerine ‘‘muhafızlık’’ yapmasıdır.
Halka açık şirketler önümüzdeki günlerde yılın ilk altı ayına ait kár-zarar hesaplarını açıklayacaklar.
Orada hangi gazetenin kár, hangisinin zarar ettiği görülecek.
PEŞİNİ BIRAKMAYIN
Ama terörist basın patronlarının hesaplarını orada göremeyeceksiniz. Çünkü onların gazeteleri halka açık değildir. Televizyonlarının üzerinde kendi isimleri yoktur.
Bir zamanlar halka açık olanların da tahtaları kapatılmış, hissedarları perişan edilmiştir.
İşte bu nedenle ben Başbakan'a seslenmek istiyorum.
Sorduğunuz sorunun peşini bırakmayın. Araştırın. Kim zarar ediyor, kim bu zararı nereden ve ne amaçla karşılıyor?
Araştırın.
Çünkü Türkiye'de siyasetin, iş dünyasının, toplumsal huzurun anahtarı bu sorunun cevabına bağlı.