Paylaş
Belli ki bir Anadolu şehrinde çekilmiş...
Ortada 35’lik bir Yeni Rakı şişesi...
Ufak tefek mezeler... Ne bileyim beyazpeynir, turşu falan...
Oysa bu fotoğrafta küçük bir Türkiye tarihi var...
Geçen cuma günü Uğur Mumcu’nun öldürülüşünün 27’nci yılıydı...
24 Ocak 1993 günü Ankara’da evinin önünde öldürülmüştü.
Cumhuriyet gazetesinde onunla ilgili çok sayıda anma yazısı vardı.
Aynı gün gazetenin bir sayfasında da küçücük bir başka anma ilanı vardı.
“Şerafettin Atalay’ı ölümünün 49’uncu yılında anıyoruz...” Altında da “Ailesi ve partili arkadaşları” yazıyordu...
Çok dokundu bana bu küçücük ilan...
Gerilere, 70’li yıllara döndüm...
*
Kimdir bu Şerafettin Atalay?
Türkiye’nin 12 Eylül’e giden karanlık 10 yılı başlatan belki ilk siyasi cinayetin kurbanıydı.
O yıllarda benim de desteklediğim Türkiye İşçi Partisi’nin Amasya il başkanıydı.
*
1969 yılından itibaren sürekli öldürülme tehditleri ve saldırıları ile yaşayan dürüst, mütevazı bir Anadolu sosyalistiydi...
İlk suikast girişimi 1969 yılında oldu...
Oturduğu lokantaya bomba atıldı... Tesadüfen kurtuldu...
Bir yıl sonra şehir dışında yolu kesildi, yine kurtuldu. Ama 25 Ocak 1971 günü, evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü.
*
Gördüğünüz bu kare, 1970’li yılların Anadolu sosyalistlerinin tipik bir hatıra fotoğrafıdır.
O insanların hayatları kasaba veya küçük şehirlerde hep baskılarla mücadele ederek geçmiştir...
*
Kimi memurdur, kimi öğretmen...
Oradan oraya sürülmüşlerdir...
Tek eğlenceleri arkadaş evlerinde imeceyle kurulan küçük, mütevazı masalardır...
Veya işte böyle bombalanacaklarını bile bile gittikleri küçük parti lokallerinde, kahvelerde bir çay bardağını paylaşarak konuşmuşlardır memleket meselelerini.
*
Türkiye tarihi biraz da Anadolu’nun küçük şehirlerinde, kasabalarında kurulan küçük ve mütevazı masalarda dile getirilen yurtsever duygularla yazılmıştır.
*
Uğur Mumcu’yu andığımız gün onları da hatırladım...
HEPİMİZİN BAŞI SAĞ OLSUN
ŞU hayatımda kim bilir kaçıncı depremi yaşıyorum.
Bir gece Anadolu’nun bir yerinden o kara haber gelir.
Önce bir sessizlik, sonra beş kayıp...
Sonra artar hep korkuyla beklediğimiz o rakam.
Sonra enkaz kaldırırız.
Hepimizin boğazında o ses:
Orada kimse var mı?
Bazen vardır o cılız ses...
Bazen hiç ses gelmez...
Hepimizin bir kere daha başı sağ olsun.
Milletçe...
MERAL AKŞENER’İN BU HAREKETİNİ SEVDİM
UĞUR Dündar’ın programında, canlı yayında gelmiş deprem haberi.
Meral Akşener “Bu dakikadan sonra politika konuşmayalım” demiş.
İşte güzel bir hareket.
Basit.
Anlık.
Hepimize helal olsun dedirtecek bir şey işte.
O MASADA SEVİYELİ BİR MAGAZİNCİYE YER YOK MU
“HASTASIYIM” diyorum ya...
Sonuna kadar haklıyım.
Tuğrul Eryılmaz’ın T24’deki seviyeli magazin köşesini her hafta büyük bir merakla bekliyorum.
Bu hafta bir şikâyeti var.
Bir T24 yazarı olarak, sitenin liberal yazarlarıyla Kemal Kılıçdaroğlu’nu bir araya getiren o yemeğe niye davet edilmediğini soruyor.
“O masada bir anarko-Marksiste yer yok muydu” diye soruyor.
Ben olsam “O masada seviyeli bir magazinciye yer yok mu” diye sorardım.
Kesin sıkışıp yer açarlardı.
GÜZEL BİR ‘YERLİ TARTIŞMA, GEREKSİZ ATIŞMA’ PLANI
TUĞRUL Eryılmaz “yerli tartışma, gereksiz atışma” diye nitelediği televizyon tartışma programları ile ilgili 5 maddelik bir plan ortaya attı.
*
BİR: Tartışma programları 1 saati geçmemeli.
İKİ: Hiçbir moderatör haftada birden fazla program yönetmemeli. Derslerini çalışamadıkları sorularından ve çaresiz kalmalarından belli oluyor.
ÜÇ: Kadın tartışmacının olmadığı programlardan erkeklik vergisi alınmalı.
DÖRT: Tartışma sırasında Google’a bakmak yasaklanmalı.
BEŞ: Hiç değilse dizi tekrarı gibi gün içinde tartışma programları yeniden yayınlanmamalı.
*
Hiç de fena değil, değil mi...
BİR ÇEKİRDEK AİLENİN İRLANDA DEVİ İLE YAZDIĞI HARİKA HİKÂYE
GEÇEN perşembe akşamı Maslak’ta Markus adlı harika restoranda beni çok sevindiren bir olaya tanık oldum.
Öğretmenlikten gelme genç bir çift, Akgonca ve Ataç Besi’nin Muğla’nın Menteşe köyünde yazdığı harika bir gusto hikâyesi bu.
*
Altı yıldan bu yana Muğla, Bodrum ve Ege Bölgesi’nde yaşayan insanlar ‘Gara Guzu’ diye yerel bir birayı giderek daha çok seviyorlar.
Bu birayı Muğla’nın Menteşe köyünde 4 dönüm arazi içinde yaşayan bu genç yarattı.
*
İşte o çift şimdi İrlanda’nın en büyük viski markası olan Jameson’la ortak bir proje yapmış.
Jameson’ın daha önce viski yapılan 20 fıçısı Muğla’ya gönderilmiş.
Orada ‘Gara Guzu’nun Craft birahanesinde bu fıçılara, tamamen yerel ürünlerle yapılmış bira konmuş. Ve bu fıçılardan bir defaya mahsus olmak üzere 9 bin şişe çok özel bira yapılmış.
Adını da ‘Meşeli’ koymuşlar.
*
Ama hikâye burada bitmiyor.
Şimdi bira yapılan bu fıçılar tekrar İrlanda’ya gönderilecekmiş. O fıçılara tekrar viski konacak ve ileride bu viski Türkiye’ye özel olarak şişelenecekmiş.
Çekirdek bir ailenin kurduğu küçücük bir şirketin böyle bir devle harika bir gusto hikâyesi yazması çok hoşuma gitti.
Ama Jameson gibi bir devin de böyle küçücük bir aile şirketi ile aynı hikâyeye ortak olmasını da çok sevdim.
İrlandalıları severdim. Şimdi bu ortak hikâye İrlandalı şirketi gözümde daha da sempatik hale getirdi.
*
Perşembe akşamı Markus’ta genç ve çok güzel bir kalabalıkla işte bu sempatik hikâyeyi birlikte kutladık. Markus’un havasını, dekorunu, elektriğini de çok sevdim.
Bana boyun fıtığımı da unutturdular.
KAŞIKÇI BELGESELİNİ SEYREDEN İKİ TANIDIK
BRYAN Fogel’in yaptığı “Dissident” (Muhalif) belgeselinin ilk gösterimi geçen cuma akşamı Sundance Film Festivali’nde yapıldı.
Film Cemal Kaşıkçı’nın öldürülüşünü anlatıyor.
Gösterimden önce filmin yönetmeni ile Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz Variety dergisine konuştu. Oradan öğrendim.
Film gösterildi ama daha bunu dağıtacak bir şirketin bulunup bulunamayacağı henüz belli değilmiş.
Ama Suudi rejiminin gösterime çıkmaması için baskı yapacağına kesin gözüyle bakıyorlar.
Bakalım Türkiye’de gösterilecek mi ben de merakla bekliyorum.
Bu arada ilk gösterimi seyredenler arasında Hillary Clinton ve aktör Alec Baldwin de varmış.
MEĞER O KAFA BIYIKSIZ ERKEKLERE DE TAKMIŞ
Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki o kafa kimse, marifeti bitmiyor.
Hani başı örtülü anne şefkatlidir, açık olanı ise gaddar denklemini kuran kafa var ya...
Meğer babaları da ikiye ayırmış...
Bıyıklı babalar...
Ve sinekkaydı bıyıksız pederler...
Bıyıklı babalar iyi, şefkatli, çocuğunu seven erkekler...
Bıyıksızlar ise nemrut mu nemrut, çocuğunu döven, hırpalayan tipler...
Bakanlık bu kitabı hazırlayanlar için “algı soruşturması” başlatmış.
Soruşturulacak neyi var ki...
Yapan kafa suçüstü yakalanmış...
Bu adama sorulacak tek soru şudur: “Sen bu cüreti nereden buluyorsun kardeşim? Kime güvenip de yapıyorsun bu rezilliği...”
BU DA VAR... BAŞI AÇIK KADIN, BIYIKSIZ ERKEK
İNTERNETTE dolaşırken böyle bir çizim buldum. Buldum ve içim biraz rahatladı.
Demek ki bu ülkede başı açık annelerin ve bıyıksız babaların da iyi ve şefkatli insan olabileceğini gösteren çizimler de varmış.
Belki bakanlık o kitapları güncellerken işine yarayabilir.
Araya birkaç iyi bıyıksız erkek ve başı açık anne de de iliştiriverirler.
BANA MİNNETİN RESMİNİ ÇİZEBİLİR MİSİN ERTUĞRUL
HAYIR çizemem... Ama fotoğrafı çekilmiş, onu gösterebilirim. Avustralya’da yangından kurtarılmış bir kanguru... Hangi insan minnet ve güven duygusunu bu kadar güzel anlatabilir...
KATKIDA BULUNANLAR
Sayfa Editörü: Firuzan Demir
Foto Editörü: Emre Yunusoğlu
Düzeltmen: Metin Usta
Tasarım ve Uygulama:
Pelin Akaydın
Paylaş