Paylaş
Haberin başlığı şöyleydi:
“Dünyanın en uzun asma köprüsü Türkiye’de yapılıyor.”
*
Yazıdan öğrendiğime göre bugüne kadar dünyanın en uzun köprüsü Japonya’daki “Akashi Kaikyo” köprüsüymüş ve uzunluğu 1.992 metreymiş.
Çanakkale Köprüsü’nün uzunluğu ise 2.023 metre olacak.
ENR’daki İngilizce haberi iki defa dikkatle okudum.
Köprünün adı “1915 Çanakkale” ama daha haberin girişindeki altyazıda burasının adı “Dardanelle Boğazı” olarak geçiyor.
Derginin muhabirine konuşan Türk mühendis bile anlatırken Dardanelle adını kullanıyor.
Neticede yazıda Çanakkale kelimesinden çok boğazın İngilizce adı olan Dardanelle kelimesi geçiyor.
*
Köprüye adını veren “Çanakkale Savaşı” dünyada Gallipoli Savaşı olarak biliniyor...
Bunda şaşılacak bir taraf da yok.
Çünkü Türkiye’nin bağımsızlık tarihinde çok önemli bir yere sahip olan bu savaş yapılırken oranın adı Çanakkale değildi.
Osmanlı döneminde adı Sultaniye Kalesi veya Kala Sultan’dı...
O şehre Çanakkale adı, Cumhuriyet döneminde verildi.
*
Ama o bölgenin bütün dünya tarafından bilinen bir ismi var.
Troya...
Belki de dünyanın en önemli 10 tarihi markasından biridir bu...
O nedenle başından beri hep aynı şeyi söylüyorum...
Cumhurbaşkanı Erdoğan bana göre vizyoner bir tavırla, bu köprüyü yaptırmaya karar verdi.
Sonunda dünyanın en büyük mühendislik haber sitelerinden birinin dikkatini çekecek kadar küresel bir eser ortaya çıkıyor.
Bu köprü sadece denizin üzerinden geçişi sağlayacak sıradan bir yapı değil.
Aynı zamanda bütün dünya için önemli bir sembol...
İlyada gibi tarihin en önemli hikâyelerinden birinin mekânı...
*
Yani böyle küresel bir sembolün üzerine inşa edilen bir mühendislik harikasına küresel bir isim verilmeli...
Ve hepimiz emin olalım ki o isim o köprüyü bir günde dünyanın gözünde tanınır hale getirecektir.
KÖPRÜNÜN ADINDAKİ 1915 TARİHİ YENİDEN TARTIŞILMALI
Köprünün adının başındaki “1915” tarihi de yeniden düşünülmeli... Evet biz bu tarihi Çanakkale Savaşı’nın tarihi olarak veriyoruz.
Ancak 1915 tarihi dünyanın kolektif hafızasına sözde “Ermeni Soykırımı” tarihi olarak geçmiştir.
Türkler dışında bu tarih çoğu insanın aklına bizim zaferimizi değil, bize karşı en haksız suçlamayı getirecektir.
Hükümeti ve inşaatı yapan Limak’ı daha şimdiden dünya mühendislik tarihine geçen anıt köprü için kutluyorum.
Umarım bu görüşlerimle, bu milli eseri küresel bir anıt haline getirmeyi amaçladığımı anlatabilmişimdir.
Bilelim ki bu eseri küresel bir anıt haline getirirsek Çanakkale Savaşı’nı da çok daha iyi anlatmış oluruz.
HARDAL OTUNUN ESRARI
BİR DRAKULA HİKÂYESİ Mİ, GILGAMIŞ’IN KAYNAĞI MI
Şu günler bazı bilimciler tuhaf bir ikilem yaşıyor.
O ikilem de şu fotoğrafını gördüğünüz bir tür hardal otunun yapraklarından kaynaklanıyor. Çünkü bu bitki, onlar için “hep genç kalan, ölümsüz bir vampirle, yaşayan ölüler hikâyesini bir araya getiren bir sır”rı taşıyor.
*
Aslında bu, bitkinin değil, onun üzerinde yaşamaya başlayan bir parazitin hikâyesi.
Yani asıl vampir o...
Hardal otu ise bir tür “Walking Dead”, yani “yaşayan ölü”...
*
Hikâye bu parazitin bir gün hardal otunu ısırmasıyla başlıyor. Enfekte olan hardal otu tuhaf şekilde gelişmeye başlıyor. Önce korku verici bir gelişme oluyor. Bitkinin yaprakları aynen bir “cadı süpürgesine” dönüşüyor. Sonra bu cadı süpürgesinden çiçekler oluşuyor. Ancak bu çiçekler tohum vermiyor.
Ve sonunda asıl olay meydana geliyor.
*
Parazit tarafından adeta ısırılan bu bitki, yan taraftaki enfekte olmayan öteki hardal otlarına göre çok daha uzun yaşıyor. Sadece uzun yaşamıyor, aynı zamanda hep genç kalıyor.
*
Peki kim bu gelip bitkiyi ısırıp ona ebedi gençlik veren “Drakula parazit”?
Türkçe adını bulamadım, İngilizcesini dün New York Times’taki makalede okudum: SAP05 (Aster Yellows Phytoplasma)...
*
Bilim insanları “Adeta bir korku filmi seyreder gibiyiz” diyorlar.
Filmin adı da “Drakula ve Yaşayan Ölüler Gecesi”...
Çünkü bu parazit sadece ısırdığı bitkiye ebedi bir gençlik vermiyor. Aynı zamanda komşu bitkileri de yaşayan birer ölüye çeviriyor ve parazit bu bitkilerden beslenmeye devam ediyor.
*
Cevabı aranan soru ise şu:
Bu bitkiler aleminde bir vampir ve yaşayan ölü korku filmi mi... Yoksa Gılgamış destanında sırrı aranan ölümsüzlüğün kaynağı mı...
*
Şu an için bir korku filmi... Çünkü bu parazitin öteki bitkileri de ısırmaya başlaması ihtimali var.
İlk hedef de havuç olabilir deniyor... Yani Yaşayan Ölüler ve Drakula filminin ikinci bölümü şimdiden çevrilmeye başlandı bile... Ve geceleri rahat uyuyamayacak bir kişiyi çok iyi tanıyorum...
Bugs Bunny... Yani o hergele “Tavşan Kardeş”...
Her an bir yaşayan ölüye dönüşebilir...
BİR HATIRLATMA
Madem vampir bitkiden söz ettik, 1990’ların kült filmi “Little Shop of Horrors”ı da hatırlayalım.
Türkiye’de “Küçük Korku Dükkânı” adı altında gösterilmişti.
Küçük bir dükkâna saksı içinde konulduktan sonra insanları yemeye başlayan bir yamyama dönüşen bitkiyi anlatan harika bir komediydi.
Müthiş bir oyuncu kadrosu ile hepimizi mest etmişti.
Bugünlerde yeniden seyretmenin zamanı...
GÜNÜN SERSEMİ
HÖDÜK BAŞKAN OLAYINDA İKİNCİ PERDE NASIL AÇILACAK
Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un fotoğrafını aldım. Pire’nin Olympiakos takımı başkanı Vangelis Marinakis’in fotoğrafının yanına koydum.
Biraz geri çekilip şöyle uzaktan bir süre baktım.
*
Kadıköy’de 3-0 biten maçın bir de Atina’daki rövanşı var...
O maç nasıl biter bilmiyorum...
Ali Koç o maça gider mi, onu da bilmiyorum.
Olympiakos’un hödük başkanı o maçtan sonra neler yumurtlar, onu da bilmiyorum.
Ama her halükârda Ali Koç da o maçtan sonra bir şeyler söyleyecek...
Bence şimdiden o cevabı düşünmekte yarar var...
*
- Orada yensek bile bizim başkan herhalde, “400 yıl hükmettiğimiz Atina’yı yeniden fethettik ve bir mutasarrıf tayin ettik” demeyecek.
- Herhalde, “Bundan 100 yıl önce Yunan’ı İzmir’de denize dökmüştük, şimdi de Pire’de döktük” de demeyecek.
- Herhalde üç yıl önce EuroLeague play off maçında, Yunan takımını pestile çevirince, takımın üşütük başkanının uçakla gelen oyuncuları otobüsle evine gönderdiğini hatırlatmayacak...
ALİ KOÇ DİYEBİLİR Kİ
ÇAKMA RECEP İVEDİK, KENDİNİ ZACK SNYDER’IN ‘300’Ü MÜ SANDIN
Ali Başkan öyle bir şeyler söylemeli ki...
Olympiakos olmasa bile, mesela Panathinaikos taraftarı bu iki fotoğrafı yan yana koyup bakmalı ve “Adam doğru söylüyor” demeli...
Neticede futbol bir oyundur...
Ne “300” filmindeki kahraman Yunanların anormal abartılmış savaşı...
Ne de onları İzmir’de denize döken Kurtuluş Savaşı kahramanlarının abartılmamış zaferi...
Öyleyse şunu diyebilir:
*
- “Futbol, basket, voleybol takımlarımız daha yüzlerce kere karşı karşıya gelecek...
Bazen biz yeneceğiz, bazen siz...”
- “Yeter ki bizim taraftarımız maç gecesi Atina’da Pire lokantalarında keyifle yesin yemeğini...
Siz de Boğaz’da. İzmir’in Kordon’unda, uzo yerine rakınızı için keyifle...”
*
Hey... Olympiakos başkanı...
Çakma Recep İvedik...
Medeni insanlar böyle konuşmaz mı...
YENİ KLASİK
ANNA NETREBKO ŞAHANE BİR PARÇAYLA DÖNDÜ
Geçen cuma streaming platformlarına konan klasik müzik parçalarından en dikkatimi çeken şu parça oldu:
- Adriana Lecouvreur: “Poveri fiori”... Francesco Cilea, Anna Netrebko, Orchestra Del Teatro alla Scala, Riccardo Chailly...
Anna Netrebko’nun son yıllarda dinlediğim en güzel yorumu buydu diyebilirim.
YENİ MÜZİK
UPPER CİHANGİR’İN 60’LI YILLAR NOSTALJİKLERİNE GÜZEL BİR PARÇA
- Slowhand & Van (Eric Clapton, Van Morrison): “This Has Gotta Stop”
Altmışlı yıllar British Pop rönesansının iki baba figürü...
Eric Clapton ve Van Morrison...
Bir araya gelmişler...
Tarz tam British blues...
Üstelik sözler de muhalif mi muhalif...
Upper Cihangir’in “65 Plus” sakinlerine bundan güzel bir “Post COVID-19” nostaljik sürprizi olamaz...
Ben de çok sevdim...
Paylaş