Paylaş
Sayın Genel Yayın Yönetmenim; Size soruyorum:
2004 yılında, genel yayın yönetmeni olduğum dönemde yayınladığımız ve en büyük gazetecilik ödülünü aldığımız haberi neden Hürriyet arşivinden çıkardınız?
Şimdi olayı size aktarıyorum:
Can Paker’in hayatını anlatan ‘Geriye Bakmak Yok’ adlı bir kitap yayınlandı.
367’nci sayfasında şöyle bir bölüm var:
“10 Mart 2004 tarihli Hürriyet gazetesinin manşeti ‘Sosyetik Fişleme’ başlığı ile çıktı.
Şimdilerde ne hikmetse Hürriyet’in internet arşivinde bulunamayan bu haber, o sıralarda darbe planı yapmakla meşgul olan Aytaç Yalman’ın başında olduğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın 26 Ocak 2006 tarihli yazısında ‘Kendisini ulusal değerlerin dışında-üstünde gören AB ve ABD yanlısı kişilerin izlenmesi talimatı verdiği’ belirtiliyordu.”
* * *
Şimdi kitabın bu paragrafını okuyunca ne anlıyorsunuz?
-BİR: Hürriyet, Ergenekon sürecinin ilk işareti sayılabilecek bu haberi vermiş, ama sonradan kasıtlı biçimde arşivinden çıkarmış.
Yani yok etmiş...
-İKİ: Darbe planını yazan kişi dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’mış.
Kitabın 375’inci sayfasında da Aytaç Yalman için “Darbelerin zihinsel mimarı” ifadesi kullanılıyor.
* * *
Şimdi girişte yaptığım şikâyet şakasını bir kenara bırakıp sorayım.
Bu paragrafın neresini düzelteyim?
-BİR: Kitabın o sayfasını, geçen salı günü saat 16 civarında okuduğum an, Hürriyet’in 10 Mart 2004 tarihli internet sayfasını açtım.
O haber, Genelkurmay’ın doğrulama haberiyle birlikte karşıma çıktı.
Sonra Google’a girip “Sosyetik fişleme” yazdım.
33 bin sayfa açıldı.
Yani haber kaldırılmış falan değil...
-İKİ: Ergenekon, Balyoz, Ayışığı vs bütün davaları yakından izledim.
Acaba bizim bilmediğimiz gerçekleşmiş bir darbe mi vardı da “o darbelerin zihinsel mimarından” söz ediliyor?
Hadi diyelim ki onlar darbe davası, siz de yargı süreci bitmeden darbe diyorsunuz...
Yine de durumu kurtarmıyor, Balyoz davası sonuçlandı. Ergenekon davası karar aşamasında.
Acaba bu davaların neresinde ve hangisinde Aytaç Yalman sanık olarak yer aldı?
Benim bildiğim almadığı gibi, tam aksine “darbeleri önleyen kişi” olarak sunuldu.
Ama öyle anlaşılıyor ki, kitabı yazan arkadaşın gözünde ve vicdanında suçluymuş.
Tabii şahsi vicdanlar ve önyargılar hukukun yerine geçince, yargıya falan da gerek kalmıyor...
Hem savcısın, hem hâkim, çek ipini gitsin...
* * *
Kitapta çizilen portre şu:
Can Paker, hayatı boyunca Türkiye’de demokrasinin ilerlemesi için mücadele etmiş bir aydın.
İtirazım yok...
Birçok düşüncesini eleştirsem de, onun daha demokrat bir Türkiye için mücadele ettiği gerçeğini inkâr etmem, edemem.
Ama kitabın üslubuna öylesine derin bir önyargı hâkim ki, demokrat bir kimliğe yakışmıyor.
Hiç şüphesiz bir insan önyargılı kitap yazma hakkına da sahiptir. Ama önyargılar bile, gerçekleri değiştirmemeli.
Yanlışlardan kimi sorumlu tutacağız?
Kitabı yazan Fatih Vural’ı mı?
Yoksa hayatını ona anlatan Can Paker’i mi?
O bölüm Paker’in ağzından yazılmadığına göre bu bilgi yanlışlarının sorumlusu kitabın yazarı olmalı.
Fatih Vural, “Can Paker; Geriye Bakmak Yok”, Alfa Yay, 2013 (Kitabı eleştiriyorum ama ilginç birçok bölümü de var. Mesela Cem Boyner’in Yeni Demokrasi Hareketi’ni kurmasıyla ilgili bölümü büyük ilgiyle okudum. TÜSİAD içindeki tartışmalar da güzel anlatılmış.)
Laikler öyle düşünüyorsa 80 bin camiyi kim, niye yaptı
KİTABIN ne kadar büyük bir önyargıyla yazıldığına dair bir başka örnek de, 356’ncı sayfadaki şu cümle:
“Laiklerin din anlayışı ‘Din dört duvar arasında olur şeklinde. Türkiye’de uzun yıllar namaz kılan, namaz kıldığını sakladı! İnancı saklanacak hale getirmişti...”
Türkiye’de laiklerin bir bölümünün, türbanın kamusal alanda takılmasına karşı çıktığını söylerseniz buna ben de katılırım.
28 Şubat döneminde bazı dindarlara haksızlık edildi derseniz, buna ben de katılırım. Ama elinizi vicdanınıza koyup söyleyin, bu ülkede hangi laik, “Dinini dört duvar arasında yaşa”; “Namazı dört duvar arasında kıl” diyecek kadar kendinden geçmiştir?
Evet üç-beş fanatikten söz edebilirsiniz ama “laikler” dediğiniz insanlardan söz ediyorsunuz.
Adama sormazlar mı, “Bugün Türkiye’de var olan 80 bin cami ne için inşa edilmiştir? Hangi dönemde inşa edilmiştir?”
Bu ülkenin İzmir gibi en Batılı hayat tarzına sahip şehirlerinde bile cuma namazları, bayram namazları sokaklara meydanlara taşacak şekilde kılınır.
Bu ülkede oruç tutmadığı için dayak yiyen insan oldu ama namaz kıldığı için dayak yiyen insan oldu mu?
Bana inanmıyorsanız, yıllarca İzmir’de yaşamış olan Fethullah Hoca’ya sorun.
Bu namazlar son 11 yılda mı başladı yani?
Yıllarca bu Süleyman Demirel’in, Turgut Özal’ın kıldığı cuma namazlarını neredeyse canlı yayında izlemedik mi?
Halkın yüzde 70’i ‘İçki içsem bile Müslüman’ım’ diyormuş
KİTABIN 274’üncü sayfasında Can Paker’in de görevli olduğu TESEV’in bir araştırmasının sonuçları var:
-Halkın yüzde 85’i namaz kılmasa bile, yüzde 82’si oruç tutmasa bile ‘Müslüman’ım’ diyor.
-Halkın yüzde 70’i, ‘İçki içsem bile Müslüman’ım’ diyor.
-Cumhuriyet devrimlerinin Türkiye’yi ileriye götürmediğini savunanların oranı yüzde 8.
Buna bakınca ister istemez şunu düşünüyorum:
BİR: Son yıllarda yatıp kalkıp Cumhuriyet’e, Atatürk’e hakaret edenler marjinal kişilermiş.
İKİ: Cumhuriyet devrimlerinin en önemlilerinden biri laiklik olduğuna göre, ‘Müslüman’ım’ diyen bu insanlar mı, ‘Namazı dört duvar arasında kılın” diyor?
ÜÇ: Ya da TESEV’in araştırması gerçeği yansıtmıyor...
Böyle kitaplar okudukça anlıyorum ki...
Laikliğin jakobenliği olduğu gibi, bir önyargı jakobenliği de olabiliyormuş.
İnsaf yahu, bu ülkede her şey son 11 yılda mı yaratıldı
KİTAP demokrasi mücadelesini anlatıyor ama kullanılan terminoloji totaliter...
Mesela şu cümle:
“Süleyman Demirel, Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller. Hepsi toplumsal tasfiyeye uğradı...”
Seçimle işbaşına gelmiş partilerin ve liderlerin yine seçimle gitmesi ne zamandan beri “toplumsal tasfiye” oluyor?
-Süleyman Demirel bu ülkenin neredeyse 40 yılına damgasını vurmuş bir lider. 1979 araseçimlerinden yüzde 65 oy almış.
Genel seçimlerde oyunu yüzde 56’lara kadar çıkarmış.
Barajlar yaptırmış, Şimdi iktidarda olanlar, “faizi, AB’yi, liberal ekonomiyi” yerden yere vururken, Türk ekonomisinin liberal açılımının miladı sayılan 24 Ocak Kararları’nın altına imzasını atmış. Kariyerini Cumhurbaşkanı olarak tamamlamış ve evine çekilmiş.
Neresi tasfiye bunun?
-Turgut Özal, 1983 ile 1993 arasında ülkenin 10 yılında etkili olmuş bir siyasetçi. Girdiği ilk seçimde yüzde 36 oy almış.
Türkiye’de liberal ekonomide zihniyet devrimi yapmış, Kürt açılımının ilk cesur adımlarını atmış...
Cumhurbaşkanı iken vefat etmiş.
Tasfiye neresinde bunun?
-Bülent Ecevit keza ülkenin siyasi hayatında 40 yıla yakın rol oynamış bir siyasetçi.
1977 seçimlerinde yüzde 42 oy almış (Yani Erdoğan’ın son seçimde aldığı yüzde 49 küsurdan sadece 7 puan eksik) bir siyasetçi.
Çalışan insanların
haklarını koruyan kanunları çıkarmış, Kıbrıs müdahalesinin cesur kararını almış, askeri
darbelerle hapse girme
pahasına mücadele etmiş, bedel ödemiş bir siyasetçi.
Biraz insaf, biraz vefa yahu... Bu ülkede ne varsa son 11 yılda yaratılmadı.
Bir de şu var.
-Onları tasfiye edilmiş sayılıyor da, 28 Şubat’tan sonraki ilk seçimde 8 puan
oy kaybeden rahmetli Necmettin Erbakan’ın adı niye bu listede yok?
Kitabın her bölümünde bir “tasfiye” genellemesidir gidiyor. Bir yerde “Beyaz Türkler tasfiye ediliyor”, öteki tarafta çokpartili hayata geçişimizden sonra muhafazakâr oyları almış partiler ve liderler tasfiye ediliyor.
Demokrasilerde böyle bir terminoloji olamaz.
Partiler seçimleri kazanır veya kaybederler...
Unutmayın ki, bu ülkede
yüzde 10 gibi, askerler tarafından konulmuş, demokratik rejimlerde kabul görmeyecek bir seçim barajı var.
Evet yeni kurulan AK Parti yüzde 49.83 oy aldı.
Ama “Tasfiye edildi” dediğiniz zihniyete sahip partilerin oyları da yüzde 50.17...
Tasfiye totaliter rejimlerin jargonudur.
Paylaş