Bizimki iyi, sizinki kötü

BUGÜNDEN 24 saat geriye dönüp baktığımda AKP tarafında gördüğüm tablo şu:

Manşetlerinden öfke fışkırıyor.

Bu öfke, köşe yazılarında şirazesinden çıkıp tehlikeli bir mecraya doğru gidiyor.

İnsana ister istemez "keskin sirke" deyişini hatırlatıyor.

AKP milletvekillerinde de aynı öfke gözleniyor.

* * *

Neredeyse hepsi, "Bunun hukuki değil, siyasi bir karar olduğunu" söylüyor.

Bütün bunlar arasında AKP kanadından çok dikkat çekici bir ses geliyor.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, aynen şunu söylüyor:

"Bunun siyasi değil, Anayasa Mahkemesi tarafından verilmiş hukuki bir karar olduğunu kabul ediyorum."

Gerçi Fırat dün kendisiyle konuşan bazı gazetecilere bunu istihza ile söylediğini, mimiklerinden de kolayca anlaşılabileceğini söylemiş. Ancak Meclis kulisinde kamera olmadığı için mimiklerini göremedik. Dolayısıyla bu sözlerin önceki günkü gerçek mi, dünkü istihza mı olup olmadığını anlayamadık.

Böyle olaylarda ilk gün, genellikle öfkenin tekelinde geçer.

İkinci, üçüncü gün, "Bir dakika" diyen sesler duyulmaya başlanır.

İkinci haftadan itibaren, itidal yavaş yavaş etkisini gösterir.

O nedenle daha ilk gün, bunun "siyasi değil, hukuki bir karar" olduğunu söyleyen sesin yükselmesi önemlidir.

AKP’lilere tavsiyede bulunmak bize düşmez.

Zaten etsek de dinleyen olur mu bilmem.

Yine de içimdeki ses, beni görüşlerimi yazmaya tahrik ediyor.

AKP içinde sağduyulu düşünen insan sayısının hiç de az olmadığına eminim.

Onların, 20-30 bin satan ve ne yazık ki giderek marjinalleşen bazı gazetelerin köşelerinde çalmaya başlayan savaş tamtamlarına kulaklarını tıkayacaklarını umuyorum.

* * *

O tamtamları çalanlara gelince; kimsenin şüphesi olmasın ki, bir süre sonra arkalarından "Bravo kapitano" diye bağıranların sesini daha gür işiteceklerdir.

Bizler ise bu tantana geçtikten sonra serinkanlı biçimde olaya baktığımızda şöyle bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlayacağız.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 küsur yıllık tarihinde çok ilginç bir dönemden geçiyoruz.

* * *

Önümüzde, Cumhuriyet’in geleceğini köklü biçimde etkileyecek iki dava var.

Biri AKP’nin kapatılması... Öteki ise "Ergenekon" diye bilinen dava.

Biri, iktidardaki partinin, Cumhuriyet’in temel ilkelerini değiştirmeyi amaçladığını iddia ediyor.

Öteki ise, illegal bir çeteleşmenin, oyla işbaşına gelmiş siyasi partiyi devirme planları yaptığını ileri sürüyor.

İkisi de yargıya intikal etmiş.

Birinde, ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ı, "laik rejimi yıkmakla" suçlanıyor.

Ötekinde ise, henüz kim olduğunu bilmediğimiz birtakım insanlar, darbe yapmak için gizli örgüt kurmakla...

Her iki olay da adaletin inceleme sürecine girmiş.

Nereden bakarsanız bakın, ikisi de çok ciddi "Anayasal suçlar".

Ne yazıyor Anayasamızda?

"Türkiye Cumhuriyeti, laik bir hukuk devletidir."

Yani, yargıya intikal etmiş iki davanın konusu da Anayasa’da açıkça yazılmış.

Böyle bir durumda, ülkenin makul çoğunluğuna düşen tek şey var.

Yargıya güvenmek ve iki davanın da sonuçlanmasını sakin biçimde beklemek.

Ama siz çıkar, "Bana karşı dava hukuk dışı, ötekininki ise hukuki" diye ona buna saldırır, tehditler yağdırmaya başlarsanız önce kendinize, sonra da savunduğunuzu sandığınız kurumlara ve kişilere zarar verirsiniz.

İddiada bulunan savcıların her ikisi de bu devletin yetkili kıldığı insanlar.

Yargıysa, her ikisi de yargı.

Yargılayanların her ikisi de kaynağını Anayasa’dan alıyor.

* * *

Öyleyse ne yapacağız?

Sakin bir biçimde, bağırmadan çağırmadan, tehdit savurmadan, insanları provoke etmeden bekleyeceğiz.

Sonucuna da herkes saygı gösterecek.

Bunu ben değil, bu devletin hálá yürürlükteki Anayasa’sı söylüyor.
Yazarın Tüm Yazıları