Paylaş
Gülçin'i son defa bayramın dördüncü günü akşam gördüm. Bir gün önce hepimize haber gönderdi.
Bize bir ‘‘Veda partisi’’ veriyordu.
Bunun veda partisi olduğunu biz de biliyorduk, o da.
* * *
Hasta yatağını Boğaz'a bakan salona çıkarttırmış, denize karşı yerleştirtmişti.
Artık başına peruk takmıyordu.
Kemoterapiden iyice seyrelen, iyice biten saçları artık onun doğal makyajı haline gelmişti.
Saçlarından vazgeçmişti. Ama çerçevesi gece mavisi gibi parlayan gözlüğünden asla.
Artık zorla konuşuyordu.
Ama yine de konuşuyordu.
Bir ara Sezen Aksu yatağının başucuna oturdu.
Ona bir şarkı söylemeye başladı.
Uzaktan Sezen'in o güzel sesi geliyordu.
Bana sanki Gülçin'in başında Kuran okuyormuş gibi geldi.
Eşim, Turgut Uyar'ın ‘‘Dünyanın En Güzel Arabistanı’’ kitabından bir şiir okuyor dedi.
Daha doğrusu söylüyordu.
Benim için Gülçin'e veda saati oydu.
Yanına gittim.
‘‘Sen mi büyüksün ben mi’’ diye sordum.
‘‘Ben 46'lıyım’’ diye cevap verdi.
‘‘Ben 47'liyim. Bugün bayram. Öyleyse ben senin elini öpeceğim’’ dedim.
Zorla güldü.
* * *
Güldüğü an kemoterapinin o gaddar çizgileri birden silindi.
Saçları çıktı. Selanik'in o en şirin, en muzip, en kinayeli çehresi sisler arasından süzülüp yanıma geldi.
Koridorun ucundan yine o topuk sedalarını, o cıvıltılı sesi işittim.
‘‘Ay bunu sana mutlaka anlatmalıyım’’ diyen o Aliki Vuyuklaki edalı kız konuşmaya başladı.
Murat Bardakçı yine ‘‘Sen anlamazsın’’ diye ona takıldı.
Neşeli ailemiz, şen şakrak, mutlu cemaatimiz yine toplandı.
Tıpkı o güzel yıllarda olduğu gibi.
Sonra sisler geri geldi. Yine Sezen'in sesini duydum.
Sanki Gülçin'in başında Kuran okuyordu.
O da dinliyordu.
Eşim elimi sıktı.
Veda partisiydi, ama ağlamamamız gerekiyordu.
Hiçbirimizin, ne bizim ne de Gülçin'in bu partinin adını koymaya hakkı yoktu.
O akşam hepimiz, hayatımızın en başarılı rollerini oynadık.
Kostümlü provamızda hepimiz birer stardık.
Ve aramızda bir tek diva vardı.
O da Gülçin'di.
Yatağı Boğaz'a bakıyordu.
Ayakları neredeyse Boğaz'ın sularına gömülmüştü.
Sezen Aksu ile Nilüfer düet yapıyordu.
Sedat Ergin gitar çalıyordu.
* * *
İşte o akşam, o adı konmamış veda partisinde Gülçin'i, sevgili arkadaşımızı bir kere daha keşfettim.
Belki çok acı, belki çok insafsız ama gerçek.
Biz yıllardır tanıdığımız arkadaşımızın içindeki o asıl derin insanı ne yazık ki hastalığından sonra keşfediyorduk.
Tam 13 ay mücadele etti.
Tam 13 ay sanki biz hastaydık ve o bizi teskin ediyordu.
Bir hafta ziyaretine gidemedik mi çat telefon.
‘‘Ertuğrul, senin çok işin vardır. Sakın bana gelmek için kendini zorlama. Ben çok iyiyim.’’
Tam 13 ay ağzından sadece bu cümleyi işittim.
‘‘Ben çok iyiyim.’’
Bir daha geri gelmemek üzere o derin komaya girdiği ana kadar o bizi taşıdı.
* * *
O akşam Boğaz'a bakan dairede hayatımın son 15 yılı gözümün önünden geçti.
Ortadaki masa her zamanki yerindeydi. Küçük balkondaki hasır koltuklar hep aynıydı.
Herkes, her şey oradaydı.
Bir tek Gülçin gitmeye hazırlanıyordu.
Ağzından hiçbir zaman ‘‘Allahaısmarladık’’ kelimesini duymadık.
Hiç gitmeyecekmiş gibi gitti.
Paylaş