BİR ‘‘felaket senaryosu mu’’ istiyorsunuz? İşte size bir felaket senaryosu.
Hem de gerçekleşme ihtimali hiç de az olmayan bir senaryo.
YAŞINIZ 15-16
Senaryo şu:
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın inatçı kişiliği yine galip geliyor ve görüşmeler çıkmaza giriyor.
Güney Kıbrıs, Avrupa Birliği üyesi oluyor.
Türk tarafı yine 3 bin dolar gelirle kendi hüzünlü coğrafyasına dönüyor.
Siz de KKTC'de yaşayan bir gençsiniz.
Yaşınız henüz 15-16.
Önünüzde daha yıllar var.
Ama her sabah kalktığınızda biliyorsunuz ki karşı taraf Avrupa ve siz Ortadoğulu bir ülke olarak kalmışsınız.
İş yok. Ekonomi durgun. Geleceğinizi göremiyorsunuz.
Ve sizle 20 bin dolarlık o Batı dünyası arasında sadece bir duvar var.
Kendinizi o gencin yerine koyun ve şimdiden onun hissedeceğini hissetmeye çalışın.
Çünkü bu egzersizi yapmaya hepimizin ihtiyacı var.
Söyleyin ne hissedersiniz?
Bir zamanlar sizi, Güney'den gelecek ölüm saldırılarına karşı koruyan o duvar artık bir dost mudur, yoksa düşman mı?
O duvar karşınıza her çıktığında yapacağınız muhasebe, çıkaracağınız bilanço ne olacaktır?
Kár hanesi mi ağır basacak, yoksa kahredici bir zarar, hatta bir iflas ihtimali mi?
O SABAH
Binlerce gencin her sabah hayatına böyle iflas bilançoları ile başladığını düşünün.
Şimdi gelin felaket senaryosunun o meşum sabahına gidelim. Binlerce genç insanın bir sabah kalkıp öfkeyle o duvara doğru yürüdüğünü düşünün.
Ellerinde balyozlarla o bidonları devirdiğini, duvarı yıktığını düşünün.
Söyler misiniz kim müdahale edecek o genç insanlara?
Üzerine kurşun mu sıkacaksınız?
Binlerce insanın aynı anda o çizgiyi geçtiğini hayal edin.
Bir de karşı tarafta durmadan çalışan fotoğraf makinelerini, kameraları düşünün.
Hatta televizyonlarda saatlerce sürecek canlı yayınları.
Tabii ertesi gün bütün dünyadaki gazete manşetlerini...
‘‘Son duvar da yıkıldı...’’
Ne yapacaksınız?
O binlerce çocuğun sırtına, göğsüne ‘‘Ver kurtulcu hain’’ yaftası mı yapıştıracaksınız?
Adadaki bütün yafta imalatçılarını gece gündüz çalıştırsanız yetmez.
O felaket senaryosu işlemeye başladığı andan itibaren ortada ne görüşme kalır ne de görüşmeci.
Biliyorum, bu yazdıklarım hepinizi rahatsız ediyor.
‘‘Rahatsız ediyor’’ ne demek? O kelimeler çok hafif kalır. Kahrediyor.
Belki bazılarınız bana fena halde içerliyor.
VER KURTULCU HAİN
Bana da ‘‘Ver kurtulcu hain’’ demek geliyor içinizden.
Emin olunuz bana çok daha ağır geliyor.
Ama siz de emin olun ki, içimizden birilerinin bu felaket senaryolarını yazmaları, bizlere hatırlatması gerekiyor.
Çünkü bu çok gurur kırıcı bir şey olur. Çünkü on yıllar, yüz yıllar bunun ıstırabını yaşarız. Daha çocukluk yıllarımızda hançeremizi çatlatıncaya kadar haykırdığımız o sloganlar bumerang gibi bize döner, göğsümüze saplanır.
‘‘Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacak’’ veya ‘‘Ya taksim ya ölüm’’.
Bu felaket senaryosunu istemiyor muyuz? Öyleyse gelin bu senaryoyu biz yazalım. Türkiye Cumhuriyeti Türkleri ve Kıbrıs Türkleri.
Her iki ülkeyi el ele Avrupa Birliği'ne, medeni milletler dünyasına götürecek olan yolu birlikte açalım.
Ben bu kahredici senaryoyu işte bunun için gözünüzün önüne getiriyorum.
ALMANLAR DA DEMİŞTİ
Getiriyorum ve soruyorum:
Söyleyin, bu fotoğrafların tarihi sorumluluğunu kim taşıyacaktır?
Hem dışarı karşı, hem içerideki genç insanlara karşı bu felaketin sorumluluğunu hangi babayiğit yüklenecektir?
Türkler böyle bir şey yapmaz mı diyorsunuz?
Doğu Almanya'nın iflah olmaz eski tüfekleri de, duvarın halk tarafından yıkılacağına hiç ihtimal vermemişti.
Unutmayın ki o duvar yıkıldı...
Yine unutmayın ki, ertesi gün bütün dünya duvar muhafızlarının değil, duvarı yıkanların yanındaydı.