Özge Borak ve biraz sonra evleneceği Ata Demirer, merdivenlerden yavaş yavaş iniyorlar.
Fonda Pachelbel’in “Canon”u çalıyor. Önümüzdeki ay çıkacak ikinci “Arta Kalan Zamanda” CD’sine koymayı planladığım olağanüstü bir parça. “Canon”u ilk defa 1979 yılının temmuz ayında, Paris’te planetaryumda dinlemiştim. Salon yavaş yavaş kararırken bu parça başlamış ve suni yıldızların altında, gökyüzünü seyretmiştim. Canon, 17’nci yüzyılda Johann Pachelbel tarafından yazılmış bir barok eser. Ancak 20’nci yüzyıla kadar kimsenin bilmediği, unutulmuş bir parçaydı. İlk defa 1919 yılında yayımlandı. Düğünlerde en çok çalınan parçalardan biridir, ama bugüne kadar hiçbir Türk düğününde dinlememiştim. Parçayı Özge Borak seçmiş. Ata Demirer çok beğenmiş. Düğüne de çok yakışmış... * * * Harika bir ilkbahar akşamı ve bir erguvan zamanı düğünü başlıyor. Ben bunları düşünürken, onlar nikâhın kıyılacağı küçük bir platformun önüne geliyorlar. Saray ve palas düğünlerinin şaşaalı nikâh localarından eser yok. Bir orkestra şefinin küçük nota platformu gibi bir şey var. Ata Demirer filinta gibi olmuş. Eşi, çok güzel bir kadındı. Düğünde daha da güzelleşmiş. Ona bakarken bir kere daha anlıyorum. Aşk kadını güzelleştirir. Gelinlik de o güzelliğe harikulade bir estetik verir. Hele hele duvak yerine, küçücük bir dantel başlık yerleştirmişseniz, estetiğin son rötuşunu da yapmış olursunuz. * * * Eyyvah Eyvah filminde tanışıp evlenen iki sanatçının düğünü nasıl olur? İşte böyle olur. Hayatım boyunca gördüğüm en güzel düğünlerden biriydi. Mütevazıydı, samimiydi, eğlenceliydi, mutluydu... Serkan Çağrı, her zamanki gibi klarneti olağanüstü üflüyordu. Suzan Kardeş Balkanlar’dan başlayıp Anadolu’yu dolaşan şen şakrak şarkılarına geçtiği anda, Eyyvah Eyvah filminin de son sahnesinin kostümlü provası repete ediliyordu. Özge Demirer dans ediyor. Ve dans etmek, Türkiye’nin kadınlarına çok yakışıyor. Hele hele örfünüz, âdetiniz, harsınız haline gelmiş bir klasik dans ailesinde büyümüşseniz... Boraklar ful sanatçı bir aile... Babası Selçuk Borak, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin eski başkoreografı. Annesi Buket Borak, balerin. Kardeşi Selim Borak, İDOB başdansçılarından. Kendisi, 8 yaşından itibaren Şehir Tiyatroları’nda oyuncu. Daha sonra Shakespeare, Harold Pinter,Euripides oynamış bir kız. Klasik bale, Türk dansıyla birleşince, buna bir de olağanüstü güzel bir kadının, kendi yazdığı en mutlu koreografi eklenince... Ortaya seyretmeye doyamayacağınız bir düğün sanatı çıkıyor. * * * Sonra, Türk hafızasına Eyyvah Eyvah filmiyle giren o harika “Fasulye” şarkısı başlıyor. Hepimiz, eğlenceli bir düğün korosunun şarkıcılarına dönüşüyoruz. 23 numaralı masaya bakıyorum. Demet Akbağ... her zamanki gibi neşeli ve güzel. Mutlu bir kadın. Yıllardır hepimizi mutlu etmiş. Karşılarında Belçim ve Yılmaz Erdoğan oturuyor. Birbirine çok yakışan bir kadın ve erkek. Mükremin Abili yıllarla başlamış. Sonra küçük olağan ilişkileri devleştiren iki kişilik oyunlar gelmiş. Onu Doğu’nun, Ankara’nın hüznünü ve neşesini yansıtan şiirler izlemiş. Yılmaz Erdoğan’ın yanında BKM’nin Başkanı Necati Akpınar oturuyor. Yüzünde BKM başarısının gururu okunuyor. Ama aklı başka yerde... İkide bir kalkıp başka bir odadaki derbiyi seyretmeye gidiyor. Düğün, maç, derbi... Her şey Türkiye... Yıllar boyunca, hüzünlü ruhlarımıza ne kadar çok rahatlatıcı gülümsemeler, gülücükler koymuşlar. Bu ülkenin güzel ve ıstıraplı günlerini yaşamış biri olarak, o masayı minnetle seyrediyorum. Geçmişimizde güzel diye sayabileceğimiz şeylerin bir kısmını onlar vermiş bize. * * * Sonra tekrar Ata Demirer’e dönüyorum. Bu çocukta, hepimizin iyi ve muzip tarafına dokunan bir şey var. Daha doğrusu iyi ve muzip tarafımız, Akdenizli, Egeli. Anadolulu, Trakyalı tarafımız var. O hayretli bakışlar, Türkiye’nin epeydir kaybettiği o güzel çocuksu naifliği her gün kafamıza kakıyor. Unutmayın, unutmaya hakkınız yok diye yapıyor bunu. * * * Suzan Kardeş’le kapıdan çıkarken, en kısa zamanda Zarifi’ye onu dinlemeye geleceğimi söylüyorum. Ve Allah’a dua ediyorum. Bu ülkeyi bana hâlâ sevdiren o kadar çok insan var ki...