Benim yumurtam sağlam çıktı

FENER patriği Bartholomeos’un masasının hemen yanındaki koltukta oturuyorum.

Sol tarafımdaki sehpanın üzerinde iki fotoğraf yan yana duruyor.

Haberin Devamı

Biri, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kendisine imzalayıp verdiği fotoğraf.

Hemen yanında Yunanistan Başbakanı Papandreu’nun imzalı bir fotoğrafı konmuş.

İki fotoğrafın ortasında beyaz porselenden bir güvercin duruyor. Ağzında zeytin dalı var.

Onun arkasında da bir zeytin dalı biblosu.

Yemekten sonra kahvemizi içerken sohbet ediyoruz.

Bartholomeos, hükümetin yaptığı açılımları çok yararlı bulduklarını söylüyor.

Ama konu Heybeliada Ruhban Okulu’na gelince, yüzü buruklaşıyor.

* * *

Dün öğle yemeğinde bazı gazeteci arkadaşlarla, Fener Patriği Bartholomeos’un misafiriydik.

Biz Fener Patrikhanesi’nin kapısından girerken, Ermeni ve Süryani Patriği de çıkıyordu.

Paskalya dolayısıyla bayramlaşmaya gelmişler.

Yemekten önce Patrik Hazretleri bize kırmızı Paskalya yumurtası ikram etti.

Yumurtasını benimkiyle tokuşturdu ve onunki kırıldı.

İzmir yıllarımı hatırladım.

Kahramanlar’da otururken annem Paskalya günlerinde, soğan yaprağı ile kaynatıp kırmızıya boyadığı yumurtalar hazırlardı.

Ne yazık ki 6-7 Eylül, azgın sel suları gibi böyle güzel alışkanlığımızı da sürükleyip götürdü.

Tabaklarımızın yanında bir bardak su, bir kadeh kırmızı şarap duruyor.

“Şarabı kendiniz mi yaptırıyorsunuz” diyorum.

“Hayır, yerli. Türkiye’de piyasadan alıyoruz” diyor.

Oysa insan, papazların yaptığı şarabı bekliyor. Acaba onlarda da bazı ritüeller yok mu oluyor diye düşünüyorum.

Patrik, geçtiğimiz günlerde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la görüşmüş. Bu görüşmeden çok memnun görünüyordu. Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına artık daha umutkâr bakıyor.

“Okulun bahçesinde bir Atatürk heykeli var. Altındaki kaidede şu yazılı: ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.’ Ama iki adım ötesindeki kapıya kilit vurulmuş” diyor.

Okul açılırsa, hemen eğitime başlayabilecek durumdalarmış. İlk yıl 20-25 öğrenci alacaklarmış.

Peki açılmazsa ne olacak?

“Önümüzde iki yol var. Ya dışarda bir okul açacağız, ya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceğiz” diyor.

Dışarısı?

“Cenevre’de olabilir, Atina’da olabilir” diyor.

Ardından çok ilginç bir yer daha söylüyor:

“Dededağaç’ta da olabilir.”

Yani Türk-Yunan sınırının hemen karşı tarafı.

“Okulu Atatürk kapatmamış, İnönü kapatmamış, Menderes kapatmamış. 1971’de niye kapanmış bilmiyoruz.”

1971... 12 Mart dönemi...

* * *

En büyük sevgiyle bahsettiği Türk siyasetçisi rahmetli Turgut Özal.

Patrikhane yandıktan sonra 46 yıl boyunca yeniden yapılmasına izin verilmemiş. Bu izni Özal çıkarmış.

Bir de bilmediğim bir şeyi anlatıyor.

Patrik seçimlerinde adayların isimleri Türk hükümetine gidermiş. 1972’de hükümet ilk 4 adayın hepsinin adını silmiş. Bartholomeos seçilirken Özal, hiçbir adayın ismini silmemiş. “Bunun için Özal’a gidip özellikle teşekkür ettim” diyor.

Sümela Manastırı’nda yılda bir ayine izin verilmesi konusunu açıyorum. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay söz vermiş ama resmi izin henüz çıkmamış.

İzin çıktığı takdirde 15 Ağustos’ta ayini Sümela’da yapmayı düşünüyorlarmış.

Bugün İstanbul’da ibadete açık 60’a yakın Ortodoks kilisesi veya şapeli varmış.

Atina’da neredeyse ibadete açık cami kalmadığı düşünülürse, buradaki durum fena değil diyebilirsiniz.

Makamında otururken, dışardan kalabalık sesi geliyor. Fener patrikhanesini gezen yabancı turist sayısı her yıl biraz daha artıyormuş. Geçen yıl 600 bine yakın

Yunanlı’nın sırf bu amaçla İstanbul’a geldiğini tahmin ediyor. 

* * *

Ayrılırken, bize çocukluğu hakkında yazılmış bir kitabı veriyor. “Bir Patrik Çocukken” başlıklı kitapta Bartholomeos’un Gökçeada’da yazdığı kompozisyonlar da verilmiş.

1950-51 eğitim öğretim yılında yazdığı kompozisyonlardan birinin konusu şu:

“Cumhuriyet Bayramı izlenimlerimiz.”

İlkokul beşinci sınıftaki Bartholomeos’un kompozisyonu şu cümleyle başlıyor:

“Müdürümüzün işareti üzerine hep birlikte İstiklal Marşı’nı okuduk.”

Türkiye’de Ruhban Okulu’nu yeniden açtırmaya uğraşan Patrik, işte böyle bir eğitimden geliyor.

Haberin Devamı

SAYIN KOMUTANLARIMIZ BU KAÇINCI?

Haberin Devamı

O günü çok iyi hatırlıyorum. Mayın patlamış, gencecik çocuklar paramparça olmuş. İçimizden bağırmak, haykırmak geliyor.

Bütün samimiyetimizle bu haykırışı gazetenin manşetine koymak istiyoruz. Bir sayfa yapıyoruz, kesmiyor, bir daha, bir daha çiziyoruz.

Şimdi geriye bakıyorum.

Savcının iddiası doğruysa, mayını bizim ordumuz döşemiş.

Sayın komutanlarımız, bu kaçıncı olay?

Komutanı, erin eline pimi çekilmiş el bombasını sıkıştırıyor, saklıyorsunuz.

Kendi yerleştirdiğiniz mayın patlıyor, saklıyorsunuz.

Allah aşkına var mı bu çağda artık böyle şeyleri saklamak?

Kendiniz batıyorsunuz, başkalarını da yanınızda çekiyorsunuz.

Öğrenin artık. Bu çağda hiçbir şey gizli kalmıyor.

Hiç olmazsa biriniz çıkıp, özür dilesin. 

Yazarın Tüm Yazıları