Paylaş
Mesela dün, The Times’ın cumartesi magazin ekinin kapağında Johnny Depp’in üzerindeki yeleği görünce hemen gidip aynısı aldım.
Güneş vardı. Akşamki Rolling Stones ayinini bekliyordum.
Bir kahve alıp güneşe oturdum. Mutlu bir bonoboya dönüşüp, onun hakkındaki her şeyi okudum.
Gelin hepimizin hayran olduğu bir erkeğin hayatını hep birlikte kurcalayalım.
* * *
Johnny Depp 50 yaşına girdi.
Star olarak kariyerinin zirvesinde. Çok sevdiği bir işi var. Çocuklarına değil, torunlarına yetecek kadar parası var.
Üstelik dürüstçe kazanılmış bir para. Yani başını yastığa koyunca içi rahat.
Allah ona, çok az kuluna nasip edeceği bir cazibe vermiş.
Kendine ait bir adası, içinde harika bir evi, evinde sırf kendi müziklerini kaydetmesi için stüdyosu var.
Böyle Allah’ın sevgili bir kulu 50 yaşını nasıl yaşar?
- Her akşam biraz gitar çalıyormuş.
- Başucunda hep 4-5 kitap varmış.
“Yatmadan önce, aklınıza gelebilecek en aptal televizyon programlarını seyrediyorum.”
Küçük bir ayrıntı:
Başucundaki kitaplardan ikisi hep aynı.
Jack Kerouac’ın “On The Road”u ve James Joyce’un “Finnegans Wake”i.
Biri, ben dahil bütün Beat neslini etkilemiş bir kitap.
Öteki ise, romanın Kâbesi denince ilk akla gelen kitap.
Benim başlayıp başlayıp da hiç bitiremediğim ama hiç olmazsa başlamakla övündüğüm kitap...
* * *
- Karısından ayrıldıktan sonra 27 yaşında bir kızla birlikteymiş. Demek ki aralarında 23 yaş fark var.
- En iyi arkadaşlarının ikisi ölmüş, ikisi hayatta. Marlon Brando ve Gonzo gazeteciliğin mucidi Hunter S. Thompson.
Yaşayanlar ise Keith Richards ve Bob Dylan.
Şu an hayat felsefesi bir zamanların ünlü televizyon dizisinin karakteri Alf’e sorduğu şu soru üzerine kurulu:
“Nedir bütün bu saçmalıklar Alfie?”
Nedir Allah aşkına?
Senin Allah’ın mı daha iyi benim ki mi? Senin peygamberin mi daha iyi benimki mi?
Milyonlarca insanın acımasızca öldürülmesine neden olan bu kavga?
* * *
Kılık kıyafeti 50 yaşında da bildiğiniz Johnny Depp...
Kendi kendini tasarlayan bir tarz.
“Tramp...”
Türkçe, “avare” de diyebilirsiniz, “serseri, sürtük, vagabond” da...
Kahverengi kanvas ceket, bol blucinler, ayakta beyaz çoraplar üzerine giyilmiş kahverengi deri botlar.
Ve vazgeçemediği kurukafa yüzük.
Her şey yeni ama 30 yıllık eski gibi görünüyor.
* * *
- Bu arada hiç bilmediğim bir şeyi yeni öğreniyorum.
Sol gözü doğduğundan beri körmüş...
“Bir yarasa kadar körüm” diyor.
Sağ göz derseniz, miyop...
- Arka cebinde hep pasaportunu taşıyormuş. Her an bir yere kaçmaya hazır bir ruh.
Bir “Fugitif”... Kaçak ruhu...
- Bir buçuk yıldır ağzına içki koymuyormuş.
Önceleri çok içermiş ama şimdi kesmiş. Ama “İçkiyi bıraktım” demiyor.
Oysa şarap üretimi işine girmişti.
Gülerek, “Ben şaraba yatırım yaptım ama şarap da bana yatırım yaptı. Bu ortaklık çok iyi gidiyordu, sorun haddinden fazla iyi gitmesiydi...” diyor.
* * *
En iyi arkadaşlarından biri de rock yıldızı Marilyn Manson...
Birlikte çok içmişler, çok delilik yapmışlar.
Bir gün Hollywood Walk of Fame’de Johnny Depp’in isminin üzerine işemeye kalkmışlar.
Marilyn Manson, “O gün ne işediğimizi, ne de işemediğimizi doğrulayabilirim” diyor.
Ofisinin adı ‘İnfinitum nihil’ yani ‘Ebedi hiçlik’
JOHNNY Depp’in Los Angeles’taki yapım şirketinde bir ofisi var.
Latince adı çok hoşuma gitti.
“Infinitum nihil...”
Tolstoy’a gönderme yapan bir isim:
“Ebedi hiçlik...”
Ahşap bir masası varmış. Odada hiç bilgisayar görünmüyormuş.
Bir tarafa yeni filmi “Yalnız Süvari”nin öteki tarafına ise “Karayip Korsanları”nın afişlerini koymuş.
Bir köşede ise tilt makinesi varmış. Tiltin toplarının üzerinde Johnny Depp’in resimleri basılmış.
Ama odada beni en çok etkileyen obje, kafasız bir manken oldu.
Üstünde Johnny Depp’in en sevdiğim filmi “Edward Scissorhands” (Makas Elli Edward) filminde giydiği siyah deri ceket ve boynundaki demir aksesuvar varmış.
‘Makas Elli Edward’ bütün hayatım boyunca gördüğüm en romantik kahramanlardan biriydi.
O odayı görmesem de şu an bütün ayrıntıları ile gözümün önünde.
Ağır makyaj altında başkası gibi yaşamak
JOHNNY Depp rollerinin çoğunu, ağır bir makyaj altında oynadı. Makas Elli Edward, Karayip Korsanları, Alis Harikalar Diyarında, Karanlık Gölge...
Ağır bir makyaj altında “başka biri gibi olmak”...
Makyaja gerek var mı? Şu fani dünyada hangimiz, görünür görünmez ağır makyajlar altına başka biri gibi olmaya çalışmıyoruz ki? Hangimiz görünmeyen bir güç, ahlak, aile şu bu vesaire adına “kendimiz gibi olmamaya mahkûm edilmedik ki...”
Tam burada içimden ağır bir “Ha s...” çektim.
Okkalı ve galiz... Affınızı diliyorum, ağzımdan kaçtı...
Johnny Depp, “Bunun iyi bir tarafı da var. Başkası gibi de düşünebiliyorsunuz” diyor.
Ben demiyorum.
Artık sadece kendim gibi olmak istiyorum...
Allah’ım bir gün yandaki adam olabilir miyim
JOHNNY Depp’in son filmi “The Lone Ranger” Amerikan yerleşik kültürünü tersine çeviren bir film.
“Yalnız Süvari” Amerikan pop kültürünün en büyük karakterlerinden biri. Adaletsizliğe karşı mücadele eden maskeli bir süvari ve arkadaşı Tonto adlı bir Kızılderili.
Ancak yönetmen filmdeki kahramanların imajını tersine çevirmiş. Amerikan ordusu kötü insanlar, Kızılderililer ise iyi insanlar olmuş.
Filmin baş karakteri tabii ki Maskeli Süvari. Johnny Depp’e rol teklif edilmiş.
Ama o Tonto rolünü istemiş.
Yani asıl değil, “yandaki adam”ı tercih etmiş.
Büyük karakterler simyacıdır. Yandaki adam olurlar, ama yandaki adamı bir anda asıl adam haline çevirirler.
Hayatım boyunca okuduğu, seyrettiğim, yaşadığım, tanık olduğum şeyler bana şunu öğretti.
Büyük erkekler ve kadınlar bazen isteyerek, bazen de hiç istemeyerek “yandaki adam” veya “yandaki kadın” haline gelirler.
Büyük erkek ve büyük kadınlar, büyük aşklarda bazen yandaki haline getirilirler, düşürülürler.
Bazen yandayken de “asıl adam veya kadın” olarak kalmayı başarırlar.
Bazen de hiç başaramazlar.
Hüsrana uğrarlar.
İkisi de “hayatın şeyleridir...”
Ama hüsrana uğrasa da hüzünlü bir büyük erkek veya büyük kadın olarak kalabilirler...
50 yaşına gelip de bir türlü ne istediğini bilmeden yaşamak
BAŞARININ bir sırrı, başarısızlığı göze alabilme cüretinde yatar.
Johnny Depp’in 50 yıla uzanan geçmişinde başarısızlık hikâyeleri de var.
Mesela hiç iş yapmamış ticari fiyaskolar...
Bir de yönetmenlik deneyimi.
“The Brave” diye bir filmi yönetmiş.
Film daha çıkmadan çok ağır ve küçültücü eleştiriler almış.
“Sen böyle bir şeye nasıl cüret edersin aktör çocuk” diye alay etmişler.
“Sen bir beynin mi var zannediyorsun” diyenler çıkmış.
O yüzden filmi gösterime çıkmadan geri çekmiş.
Ünlü yönetmen Terry Gilliam bir gün ona şunu söylemiş:
“Mesele şu: ‘The Brave’ filmi senin kendin gibi. Ne olmak istediğini bilmiyor...”
50 yaşına gelip de hâlâ ne istediğini bilmeden yaşamak?
Bak işte bu bana çok iyi geldi.
Ben de hâlâ bilmiyorum... İşin iyi tarafı, bilmek de istemiyorum.
O yüzden hâlâ her gün başarısızlığı, hatta hüsrana uğramayı bile göze alıyorum.
Yandaki adam olmak da güzeldir...
Dün gece avaz avaz ‘S...r git’ diye bağırdım kimse duymadı
KAHVEM soğudu, yazının sonuna geldim.
Hadi bana eyvallah... Konsere gidiyorum.
Keith Richards’ı dinlerken Johnny Depp’i hatırlayacağım.
Bir de Marlon Brando’nun homurtusunu.
Brando, hayatının sonunda öyle bir noktaya gitmişti ki, orada söylenebilecek tek şey, “F... it”ti.
Siz bu yazıyı okurken ben bir gece önce avaz avaz haykırıyor olacaktım.
Birinci kendime “S...r et”, ikinci kendime ve başkalarına “S... git...”
Avaz avaz bağıracaktım ve ne güzel, o gürültüde kimse duymayacaktı.
Ne o, ne bu, ne şu...
Ne Türkiye’nin öteki yüzde 50’si ne beriki yüzde 50’si...
Ne de şu maymun kardeşiniz...
Yani kendim bile duymayacaktım.
Paylaş