Sosyal sermayenizin büyüklüğü ne kadar?

Babam “İnsan biriktir oğlum. Hayattaki en büyük zenginlik odur” der hep. Eskiden ne demek istediğini pek anlayamazdım babamın. Hep düşünürdüm “Acaba insan nasıl biriktirilir?” diye…

Haberin Devamı

Babam “İnsan biriktir oğlum. Hayattaki en büyük zenginlik odur” der hep. Eskiden ne demek istediğini pek anlayamazdım babamın. Hep düşünürdüm “Acaba insan nasıl biriktirilir?” diye…

Günümüzde kimi kanaat önderlerince her ne kadar bilim olarak kabul edilmese de iletişimle ilgili okumaya, araştırmaya ve iletişimin teorisine kafa yormaya başladıktan sonra anlıyorum babamın ne demek istediğini.

Ben hep “Başın sıkıştığında çalacak kapıların olsun” demek istediğini sanırdım. Meğer altında derin bir anlam yatıyormuş söylediğinin. Babam “çevrenle sadece iletişim kurma, ilişki de kur ve iyi yönet” demek istiyormuş.

Nasıl mı anladım?

“Güven” sözcüğünün anlamını tam olarak kavradıktan sonra…

Çoğu zaman birbirine karıştırdığımız iletişim ve ilişki yönetimi arasında aslında çok ince bir fark var. Çünkü biri kalbe biri de beyne hitap eden eylemler de ondan.
İlişki kurduğumuzda kalbe, iletişim kurduğumuzda ise beyne hitap ediyoruz.

Ama şu bir gerçek ki, gönül çelemeden aklı ikna etseniz de iletişimde kalıcı bir başarı elde etmeniz mümkün değil.

İşte bu noktada “güven” olgusu devreye giriyor. Çünkü “güven” ilişkinin çimentosu ve demiridir.

İnsanlarla, hedef kitlemizle, müşterilerimizle, tüketicimizle, dostumuzla, arkadaşlarımızla, okurumuzla veya yakınlarımızla kurduğumuz iletişimde eğer malzemeden çalarsak, güven inşa etmemiz mümkün değil. Çünkü güven inançla şekilleniyor. İnanç az ise güven oluşmuyor.

Düşünün kaç kişiye ya da kaç kuruma veya kaç markaya tam anlamıyla güveniyorsunuz? Çalıştığınız kuruma yürekten güveniyor musunuz? Ya çalışanlarınıza?

Onlara yeterince güveniyor ve inanıyor musunuz? Komşunuza, arkadaşlarınıza, ortağınıza, birlikte iş yaptığınız kuruluşlara? Satın aldığınız herhangi bir ürünün
markasına?

İşte bu sorulara verdiğimiz yanıtlar, ülkemizin kültür ve değer algısını net olarak ortaya koyuyor. Batılılar buna “social capital” diyor. Yani “sosyal sermaye”.

Çeşitli araştırmalarla ülkemizin “sosyal sermayesi” ölçümleniyor. Bunlardan biri de Türkiye İstatistik Kurumu ile Merkez Bankası tarafından her ay ortaklaşa düzenlenen ve tüketicilerin harcama, davranış ve beklentilerinin değerlendirildiği, ''Aylık Tüketici Eğilim Anketi''dir.

Anketin Şubat ayı sonuçları geçtiğimiz günlerde açıklandı. Buna göre, Ocak ayında 79,24 olan tüketici güven endeksi, Şubat ayında yüzde 3,30 oranında artarak yüzde 81,85 olarak gerçekleşmiş. Ancak şu unutulmamalı ki, güven endeksinin 100'den büyük olması tüketici güvenindeki iyimser durumu, 100'den küçük olması ise tüketici güvenindeki kötümser duruma işaret ediyor. Yani Türk halkı, tükettiği ürün ve markalara karşı biraz kötümser.

Bilen bilir, kurumların asıl sermayesi; maliyeye kayıtlı olan finansal sermayeleri değil, hedef kitlesi nezdindeki itibarlarıdır. Yani sahip olduğu “sosyal sermayedir”. Bunun en büyük kanıtı da firmalara değer biçilirken bilanço değerinden çok pazar değerinin dikkate alınmasıdır?

Sosyal sermaye kavramı üzerine yazılmış en iyi kaynaklardan biri Princeton Üniversitesi tarafından 1993 yılında yayınlanan Robert Putnam’ın kaleme aldığı
“Making Democracy Work: Civil Traditions in Modern Italy” adlı kitaptır.

Putnam söz konusu kitabında, bir ülkedeki vatandaşların sahip olduğu kültürün o ülkenin siyasal sistemini ve ekonomik gelişkinlik düzeyini belirlendiğini söylüyor ve insan sermayesinin iyi ve doğru yönetmesi gereken bir olgu olduğunu savunuyor.

Putnam’ın tezinden bir iletişim danışmanı olarak şunu anlıyorum:

Marka ve itibar yönetiminde sadece iletişim ekseninde kalmayıp, hedef kitlemizle ilişkiyi de iyi yönetmek zorundayız. Çünkü, kalıcı marka olmak için gönülleri fethetmekten başka çaremiz yok.

Peki siz bugüne kadar, kendiniz ve markanız için ne kadar “sosyal sermaye” biriktirdiniz?

Yazarın Tüm Yazıları