13 Nisan 2010
Adli Sicil İstatistik Genel Müdürlüğü verileri çok vahim bir tabloyu ortaya koyuyor. Türkiye’de saat başı 42, her 86 saniyede bir ise 1 kişi eşiyle mahkemede karşı karşıya geliyor. Bu rakamlara göre; Türkiye’de aile içi iletişimde alarm çanları çalıyor demektir.
2007’de tam 166 bin 271 çift boşanma davası açmış. Nafaka davası sayısı ise aynı yıl 20 bin. 2008 yılında başanan çift sayısı ise 99 bin 663.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre; 2008’de boşanan bu çiftlerden 9 bin 672’si evliliklerini birinci yılında noktalamış. Onları evliliklerinin ikinci yılında sonlandıran 8 bin 136 çift izliyor. Ardından gelen üç yıllık evli olup da boşananların sayısı ise 7 bin 252.
En az boşanan çiftler arasında 18 ve 19 yıllık evli çiftler yer alıyor. 2008 yılında 18 yıllık evli çiftlerden bin 195’i, 19 yıllık evli çiftlerden de bin 804’ü evliliklerini noktalamışlar.
Boşanan çiftler arasında 20 yıl ve üzeri evlilerin olması ise dikkat çekici.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2009 verilerine göre; boşanma nedeni olarak ‘geçimsizlik’ öne çıkıyor. Ben buna ‘iletişimsizlik’ diyorum…
2009’da mahkemelik olan 99 bin 663 çiftten 94 bin 967’si ‘geçimsizlik’ yani ‘iletişimsizlik’ nedeni ile evliliklerini noktalamış.
Boşanma davaları ile ilgili Atatürk Üniversitesi öğrencileri tarafından geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırma çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor.
Örneğin son yıllarda boşanma davası açan kadınların sayısı, erkeklerden daha fazlaymış.
Araştırma, boşanmak isteyen kadınların yüzde 80'inin çalışan ve üniversite mezunu olduğunu gösteriyor.
Aynı araştırmaya göre; boşanmak isteyen erkeklerin de yüzde 85'i ise bir işte çalışıyormuş. İşsiz olanların oranı ise sadece yüzde 15’miş. Yani eskiden işsizlik en büyük boşanma nedeniyken, artık çalışan erkekler daha çok eşinden ayrılmak istiyor.
Yine aynı araştırmaya göre, yüksek tahsilli erkeklerle de kadınlar da boşanma davası açmakta hiç tereddüt etmiyor.
Öte yandan söz konusu araştırmaya göre, boşanmak için ilginç gerekçeler ortaya koyan çiftlerin sayısında da artış var. Araştırmada, eşe kapı açmama, ağız kokusu, büyü, sürekli televizyon izleme ve bilgisayar bağımlılığı sıralanan son yıllarda boşanma davalarında öne sürülen gerekçeler arasında…
Peki istatistiklerdeki ürküten bu sonuçlar neden kaynaklanıyor?
Kimilerine göre buna teknoloji zemin hazırlıyor. Hemen hemen her evde yer alan bilgisayarlar aracılığıyla oynanan oyunlar ve sanal sohbetlerin, özellikle genç evliliklerde boşanma nedenleri arasında yer almaya başlaması buna gerekçe olarak gösterliyor.
Artık günümüzde yüzlerce televizyon kanalı ve her evde en az iki televizyon var. Eşler farklı farklı dizilerin bağımlısı.
Çiftler eskisi gibi artık birbiri ile birşeyler paylaşmıyor. Sohbet etmiyor. Birlikte zaman geçirmiyor.
Hatta öyle bir dönem yaşıyoruz ki, mutfataki eşinden 3G’li cep telefonu ile su isteyenler bile var.
Eşler birbiri ile gün içinde ya kısa mesajla ya da cep telefonlarına bile sığan msn ile haberleşiyor.
Acaba toplumsal zaruret olmuş Sevgiler Günü ya da evlilik yıldönümü veya çocuklu çiftler için Anneler Günü ya da Babalar Günü dışında birbirini kutlayan, hediye alan kaç çift var?
Evli çiftlerin kaçı en son ne zaman birbirini sevdiğini söylediğini hatırlıyor?
Son zamanlarda içten bir kucaklaşmanın ardından sevgi ve şevkat dolu bir öpücüğü hayat arkadaşının yanağına kondurduğunu hatırlayan kaç kişi var?
İstatistikler şunu gösteriyor; bireylerarası iletişimde toplum giderek çuvallıyor. Çünkü her yöne tarifeler ile kuruş kuruş konuşmayı, e-sosyal bireyler olmayı, hayatı dizlerde yaşamayı öğrendik de ondan…
Haydi hayırlısı…
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2010
Pazarlama ve iletişim kampanyalarının başarıya ulaşması için hedef kitle analizi çok önemlidir.
Bu nedenle, pek çok kurum atağa geçmeden önce mevcut ve potansiyel müşterilerinin beklentilerini ölçtürür, SES (Sosyo Ekonomik Statü/Sınıf) gruplarına göre analizler yapar, müşteri memnuniyet endekslerine bakar, danışmanlık şirketlerine müşteri eğilimleri ve rakipler hakkında klasörler dolusu raporlar hazırlatırlar.
Uzun, kucak dolusu paralar harcanan, meşakkatli bir süreçtir bu…
İşte tüm bu çaba; en çok ürün ya da hizmeti satan olmak içindir. Doğrusu da budur zaten. Kontrollü yürümek. Çünkü rekabet her zaman en iyi olmayı gerektirir.
Nereye gittiğinizi bilmiyorsanız, gideceğiniz yolun ne önemi var ki?
Yazının Devamını Oku 6 Nisan 2010
Ülkemizde siyaset neyin, nasıl yapılamayacağının tartışılmasıyla icra edilir. Oysa her zaman referans alınan Avrupa’da ise bunun tam tersi yaşanır.
Bizim ülkemizde seçmenler, sesi en gür çıkana oy verir. Çünkü onu haklı sanır. O yüzden siyasi partiler ve liderleri hamasetten çok ekmek yerler. Liderler demişken bizde parti içi demokrasi de pek yoktur, lider demokrasisi vardır. Yani genel başkan ne derse o olur.
Siyasetin böyle kurgulandığı ülkemizde çok bağırdın mı, yeri geldiğinde mağduru oynadın mı, zaman zaman kabadayı oldun mu, seçim döneminde erzak ve kömür dağıttın mı, onun bunun tayin işini hallettin mi ve evde işsizi olanlara da iş sözü verdin mi tamamdır. Seçmen sanki parti programı mı okuyor…
Hal böyle olunca gündemi en iyi yöneten kuralları koyuyor.
Eğri oturalım doğru konuşalım AK Parti gündemin nasıl yönetileceğini iyi biliyor. Çünkü AK Parti iletişimde “3İ” kuralını uygulamasını iyi biliyor.
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2010
Damak zevkine düşkün biri olarak, kalbe giden yolun mideden değil, dilden geçtiğine inananlardanım. “Nasıl?” dediğinizi duyar gibiyim.
Arz edeyim. Efendim, Dünya’da resmi olarak tanınan hali hazırda 189 ülke var ve yeryüzünde 220’si resmi olmak üzere 6 bin 700 farklı dil konuşuluyor.
Dünya’da yaklaşık her 1 milyon kişiye bir dil düşüyor.
Mevcut 6 bin 700 dilin sadece 830’u 5.5 milyon kişinin yaşadığı Papua Yeni Gine’de konuşuluyor. Yani Papua Yeni Gine’de yaklaşık her 6 bin 500 kişiye farklı bir dil düşüyor. Papua Yeni Gine’de açılım yapmaya kalksalar açıl açıl bitmezdi her halde.
Asya, Hindistan, Afrika ve Güney Amerika dünyanın en çok dil konuşulan bölgeleri. Avrupa genelinde konuşulan diller “Cermen”, “Latin” ve “Slav” olarak 3 ana grupta toplanıyor. “Cermen” ailesi Danimarkaca, İsveçce, Almanca, Flemenkçe ve İngilizce gibi dilleri kapsıyor. Belli başlı Latin dilleri arasında İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce ve Romence bulunuyor. Rusça, Ukraynaca, Belarusça, Lehçe, Çekçe, Slovakça, Slovence, Sırpça, Hırvatça, Makedonca ve Bulgarca da en çok konuşulan Slav dilleri olarak karşımıza çıkıyor.
Avrupa dillerinin çoğunda Latin alfabesi kullanılıyor. Bazı Slav dilleri ise Kiril alfabesi kullanmakta. Avrupa Konseyi verilerine göre; Avrupa’da en çok konuşulan ana diller sırasıyla Rusça, Almanca, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca.
Eurobarometre araştırmaları ise Avrupalıların yüzde 53’ünün ana dilleri dışında en az bir diğer Avrupa dilini konuşabildiklerini gösteriyor. Anadil dışında Avrupa’da en fazla bilinen diller sırasıyla İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca ve İtalyanca. Avrupa Konseyi üyesi devletler arasında topraklarında en fazla dil konuşulan ülke ise yine Rusya. Bu ülkede 130 ila 200 arasında farklı dil konuşulmakta.
Avrupa Konseyi verileri, sadece Londra’da 300’den fazla dil konuşulduğunu gösteriyor. İspanya, Arjantin, Meksika, Brezilya ve Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde resmi dil ispanyolca. Bu nedenle İspanyolca resmi diller sıralamasında birinci sırasında. Ancak Çince dünyada en çok kişi tarafından konuşulan dil sıralamasında doğal olarak açık ara önde.
Türkçe de dünyada en yaygın konuşulan diller arasında yer alıyor. Bugün dünyada 220 milyon kişi Türkçe konuşuyor. Bu da dünya nüfusunun ortalama yüzde 3’üne denk geliyor. Türkçe toplam 6 gruba ayrılıyor ve bu 6 grup içinde 39 dil bulunuyor.
Türkiye Türkçesi ‘Türk Dili Ailesi’nin en büyük kolu. Türkçe’de yaklaşık 120 bin sözcük olduğundan söz ediliyor. İngilizce’de ise bu sayı yaklaşık 360 bin.
“Konuşma, insanın aklını kullanma sanatıdır” diyor Eflatun. Birçok dilde 50 binden fazla sözcük bulunuyor olsa da insanlar bu sözcüklerin sadece belirli bölümünü bilip, konuşabiliyor. Ama dünyanın neresine gidersek gidelim bireyler günlük yaşamda genelde birkaç yüz kelimeyle kendilerini ifade ediyor. İlginç bir ironi değil mi?
“Şimdi ‘malumatfuruş’un sırası mıydı?” diyeceksiniz.
Sırasıydı efendim. Çünkü dil iletişimin ana aracı.
Aristoya göre; bir kimsenin ne söylemesi gerektiğini bilmesi yeterli değildir; nasıl söyleneceğini bilmesi de gerekir. Çünkü çeşitli semboller, mimik ve jestlerin de iletişimde çok önemli bir yeri var. Ancak iletişimde daha doğrusu algı yönetiminde başarı dile hakimiyetle geliyor.
Neden mi?
Yerel unsurları dikkate almadan, insanların gönlüne hitap edilemiyor da ondan. Konfüçyüs, “Bir ulusun bütün yönetimi bana bırakılsaydı, ilkin dilini düzeltirdim.
Çünkü dil düzgün olmayınca söylenen anlaşılmaz ve yapılması gereken yapılmadan kalır, böyle olunca töreler ve sanat geriler, adalet yoldan çıkar, halk çaresizlik içinde kalır. İşte bundan dolayı söylenmesi gereken başıboş bırakılamaz. Bu her şeyden önemlidir” diyor.
Ben bundan şunu anlıyorum; hedef kitleleri, müşterileri, paydaşları ikna etmek için onlarla aynı dili konuşmak, onları doğru anlamak, kendimizi ya da ürünümüzü de doğru anlatmak mecburiyetindeyiz. Hem de hangi ülkede rekabetin bir parçası olursak olalım.
Yazının Devamını Oku 30 Mart 2010
Günümüzde hedef kitlelerin tanımlanmasında ve kişinin toplumsal statüsünün belirlenmesinde ‘SES Grubu’ (Sosyo Ekonomik Sınıf) ifadesi kullanılıyor.
Buna göre hepimiz farkında olsak da olmasak da bir sosyal sınıf içinde kabul ediliyoruz.
Kimimiz “A”, kimiz “B”, kimimiz “C”, “D” ve “E” SES grubundayız.
“A”ların kimler olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Ama yine de merak edenler için ‘hayatı birinci mevkide yaşayanlar’ tabirini kullanabiliriz.
“B” grubundakiler için ortanın üstü, “C” SES grubu için orta sınıf, eskinin deyişi ile orta direk, “D” ve “E” SES grupları için de ortanın altı şeklinde tanımlamalar yapabiliriz. Bununla birlikte SES gruplarının şekillenmesinde gelir durumu sadece ana belirleyici faktör değil tabii ki…
Yazının Devamını Oku 26 Mart 2010
"En uzak mesafe ne Afrika'dır, ne Çin, ne Hindistan,Ne seyyareler, ne de yıldızlar geceleri ışıldayan... En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan..." diyor üstad Can Yücel. Gerçekten de dünyadaki en uzak mesafe merhum Can Yücel’in dediği gibi birbirini anlamayan iki insan arasındaki uzaklık değil midir?
Bundan yaklaşık 20 yıl önce Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde öğrenciyken, Prof. Dr. Merih Zıllıoğlu (Hocamın kulakları çınlasın) tahtaya şu soruyu yazdı ve tartışmamızı istedi:
“Anlamın anlamı nedir?”
İlk bakışta çok basit bir soru gibi geliyor değil mi?
Ama öyle değil. Pekiyi nedir anlamın anlamı?
Hadi işi biraz kolaylaştıralım.
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre anlam; “Bir önermenin, bir tasarının, bir nesnenin, bir olgunun, bir düşüncenin veya eserin anlatmak istediği şey” demek.
Pek çok benzer tanım var sözlükte. Ancak anlamı tanımlarken bile sözlükte anlatma, anlamlandırma gibi kavramlar kullanılmış. Yani anlam sözcüğü, kendisi ya da kendisinden türemiş sözcükler kullanılarak oluşturulmuş cümlelerle tanımlanmış. Cümle içinden onu veya türetilen sözcüğü kaldırın, tanım yok oluyor ya da eksik kalıyor.
İşte hayatın ve iletişimin özü de bu. Anlamak, anlamlandırmak ve anlaşmak…
Algıladığımız kadar hayata, olaylara, kişilere, kurumlara, nesnelere, markalara ve ihtiyaçlarımıza değer yüklüyoruz. Anladığımız kadar ait oluyoruz bir gruba veya topluma ya da anlaşıldığımız kadarıyla kabul ediliyoruz bir topluluğa…
O yüzden doğru algılanmak için doğru anlaşılmak, doğru algılamak için de doğru anlamak gerekiyor. Bunu da iletişim kurarak beceriyoruz. Çünkü iletişim anlatma, anlamlandırma veya anlaşılma eylemlerinden en az birinin gerçekleşmesiyle oluyor. Bu eylemin karşılıklı gerçekleşmesiyle de “anlaşma” meydana geliyor…
Yani “anlama” tek taraflı, “anlaşma” karşılıklı iletişim eyleminin sonucunda ortaya çıkıyor. Dikkat ettiyseniz tek bir “ş” harfi eylemin yönünü açıklıyor.
Kısacası anlaşıldığımız kadar anlamlı ve değerliyiz toplum ve dünya için. Markamız da kurumumuz da öyle…
Ne diyor Can Yücel?
“En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan..."
Şimdi kendi kendimize soralım:
İster kendimizle toplum arasında ister markamızla hedef kitlesi ve müşterileri arasındaki mesafeleri kaldırmak istiyor muyuz?
Yanıtımız evet ise o zaman kendimizi doğru anlatalım ve karşı tarafı da doğru anlamaya çalışalım.
Çünkü insanoğlu doğru anlamadığı için ya ölesiye seviyor birilerini ya da nefret ediyor birilerinden de ondan…
İnşallah doğru anlaşılmışımdır!
Yazının Devamını Oku