Ertan Acar

Kadınlar neden “dır dırcı”dır?

6 Temmuz 2010
Kadınlar günde 20 bin erkekler ise toplam 5 bin kelime konuşuyormuş. Bunu ben iddia etmiyorum, Psikiyatri Bilimi’nin yaptığı araştırmalar söylüyor.

Kadın okurlarımız alınmasın ama onlara yakıştırılan “dır dırcı” tanımlaması da buradan geliyor.

Örneğin bir erkek sabah uyandığında dağarcığına yüklediği sözcük kontörlerini akşama kadar işte, sokakta, orada burada akşam eve gelmeden harcıyor.

Eve geldiğinde de artık cepte konuşacak kelime kalmıyor doğal olarak.

Hal böyle olunca kadınlar ne yapsın?

Alıyorlar sazı ellerine.

Bir taraftan da gece uyuyuncaya dek tüketilmesi gereken binlerce sözcük var tabii. Vıdı da vıdı…

Aslında bu kadınların eksikliği değil. Erkeklere göre üstünlüğü.

Araştırmalara göre, kadınların beyni erkeklerden daha hızlı çalışıyor. Bu da onların muhakeme ve düşünme yeteneğinin erkeklere oranla daha güçlü olmasını sağlıyor. O nedenle kadınlar iletişime ve bilgi paylaşımına erkeklerden daha yatkın oluyorlar.

Yazının Devamını Oku

THY uçaklarına makyaj

2 Temmuz 2010
Türk Hava Yolları (THY), yeni uçak gövdesi tasarımı için çalışmalara başladı. Kevin Costner ile uluslararası pazarda tanıtım atağına kalkan, Bercelona Futbol Kulübü ile atağını kuvvetlendiren THY, şimdi de uçak gövdelerini makyajlıyor. İlk olarak logosunda revizyona giden THY, renk ve dizaynında değişiklikler yaptı. İlk deneme, Boeing 737-800 tipi ‘Elazığ' uçağı üzerinde gerçekleştirildi.

Uçağın gövdesinde halen kullanılan ‘Turkish' kelimesi yeni tasarımda ‘Turkish Airlines' olarak büyük yazıldı. Uçak gövdesinin arka kısmındaki lale deseni de kaldırıldı. Kuyruk standart kırmızı rengini korurken, THY'nin amblemi kesik beyaz daire içine alındı. Bu yeni logo, uçağın kanat uçlarındaki ‘winglet' adı verilen parçaların üzerine de uygulandı. Tasarım beğenilirse, THY'nin yeni sipariş verdiği tüm uçaklarda uygulanacak.

Yeni gövde tasarımı sadece uçakların değil, THY’nin özellikle yurt dışındaki marka algısını güçlendirmeye yönelik yapılan ince bir makyajlama olarak görülüyor.
Star Alliance üyeliğinin ardından “We are Turkish Airlines. We are globally yours” sloganı ile özellikle yurt dışına yönelik başlattığı THY’nin bu atağı bence çok önemli. Duyduklarımız doğru ise Ortadoğu’da fırtınalar estiren Kıvanç Tatlıtuğ da THY’nin Arap ülkelerindeki reklamlarında rol alacakmış. Güzel taktik. THY doğru yolda…

Türk havacılık sektörü son yıllarda büyük gelişme kat etti.

Havayolu ulaşımında bilet ücretlerinde uygulanan vergi indiriminin ardından Onurair, AtlasJet, Pegasus ve İzair başta olmak üzere pek çok havayolunun rekabette ben de varım demesiyle, uçakla yolculuk etmek biz Türklerin seyahatlerindeki vazgeçilmezi haline dönüştü.

Rekabet sadece ekonomik uçuş fırsatları getirmedi. Havayolu seyahatlerinde kalite standartlarını da yükseltti.

Sadece iç hatlarda bile her yıl milyonlarca yolcu taşınıyor.

Örneğin yurt içi ve dışı olmak üzere yaklaşık 500 havayolunun tarifeli seferleri bulunan Atatürk Havalimanı’nda her gün yüzlerce uçak iniş ve kalkış yapıyor. On binlerce yolcu havalimanı terminallerinden geçiyor. Yaz döneminde Antalya’da da durum aynı.

Buna rağmen Türk markaları havalimanlarını ve uçakları hala etkili bir tanıtım kanalı olarak görmüyor. Dünyada ise durum tam tersi. Pek çok ülkede etkisinden ötürü “indoor” ve “outdoor”da en pahalı reklam mecraları havalimanları ve uçak içi alanlar (Yolcu dergilerinden, kolonyalı mendile kadar).

Örneğin Avrupa ve ABD’de bizim ülkemizdeki Havaş ve Çelebi gibi yer hizmetleri kuruluşlarına ait araçlardaki reklam alanları kapanın elinde kalıyor.
Hava taşımacılığı sadece Türk yolculara değil, kendi ayağı ile gelen yabancılara da Türk markalarına kendisini tanıtma ve duyurma fırsatı sunan ender iletişim kanallarından biri.

İster havalimanlarında ister uçak içlerinde ve isterse de yer hizmetleri araçlarındaki reklam alanları hem ucuz hem ekonomik hem de etkili.
Yazının Devamını Oku

Türkiye markası

29 Haziran 2010
Türkiye’nin dünyaya açılan yüzü ancak markaları olabilir. Bunu tartışmaya gerek yok.

Fakat devlet eliyle Türkiye’yi sadece deniz, kum ve güneş ülkesi olarak tanıtmak uygulanabilecek en yanlış strateji olsa gerek.

Mavi Marmara trajedisinden sonra, uluslararası kamuoyunda hasar gören algılamasını düzeltmek isteyen İsrail’in iletişim atağı başlattığına ve halkla ilişkiler yüzü olarak da Tony Blair’ı seçtiğine geçen yazıda değinmiştik. Benzer bir kampanyayı Türkiye yürütse halkla ilişkiler yüzümüz kim olabilir diye sormuştuk. Yüzlerce mail aldım.

Okurlarımız pek çok isim önerdi. Gelen isimler arasında eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’dan eski ABD Dış İşleri Bakanı Condolize Rice’a, Fatih Terim’den David Beckham’a, Fatih Akın’dan Coca Cola CEO’su Muhtar Kent’e, Sertap Erener ve Burhan Öçal’dan Tarkan’a kadar pek çok isim önermiş okurlarımız.

Kafa yoran, mesaj gönderen herkese teşekkürler.

Tony Blairler’e ihtiyacımız yok

Öncelikle masaya yatırmamız gereken sorun “Dünyadaki Türkiye’ye algılaması” diye düşünüyorum. Elçi bulmak çok zor değil. Çünkü, dünya arenasında kişisel markaları çok güçlü pek çok Türk var. Bizim Tony Blair gibilerine ihtiyacımız yok.

Benim en çok güldüğüm şeylerden biri üçüncü dünya ülkeleri gibi New York’ta yürüyüş kortejleri düzenleyip ülkemizi tanıttığımızı sanmamız. Bir diğeri de artık eşcinsellerin kontrolü altına girdiği tüm Avrupa tarafından bilinen Eurovision’u bir ülke meselesi olarak görmemiz.

Fransa denince Eiffel kulesi, şarap, Louvre Müzesi, İtalya denince Pizza Kulesi, peynir ve ayakkabı, İngiltere denince

Yazının Devamını Oku

Tony Blair İsrail’in halkla ilişkiler yüzü oldu

25 Haziran 2010
Yardım gemilerine yapılan kanlı baskının ardından İsrail, Gazze’ye ablukanın yumuşatılması konusundaki politika değişikliğini dünyaya anlatılması için İsrail Tony Blair’ı seçti.

Binyamin Netanyahu’yu iletişim konusunda yetersiz gören İsrail Hükümeti, objektif ve uluslararası alanda nüfuzu olan bir kişi olması nedeniyle Blair’ı tercih etmiş.

Tony Blair da kolları hemen sıvadı. Göreve gelir gelmez geçtiğimiz günlerde İsrailli ve Filistinli üst düzey yetkililer ve politikacılarla bir araya geldi.

Bunlar arasında Başbakan Yardımcısı Silvan Şalom, Başbakan Yardımcısı ve istihbarattan sorumlu Devlet Bakanı Dan Meridor, muhalefet partisi Kadima’nın lideri Tzipi Livni yer aldı. Blair, ardından Ramallah’ta da Filistin Yönetimi Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Başbakan Selam Feyyad ile de buluştu.

Tony Blair şu günlerde bir televizyondan öbürüne koşuyor. Hatta iki gün içinde yabancı basın kuruluşlarına 6 ayrı demeç verdi bile…

Blair, zor sorulara tecrübesiyle İsrail adına yanıt verip Gazze ablukasının yumuşatılması ve İsrail’in yeni politikası konusunda uluslararası kamuoyunun desteğini sağlamaya çalışıyor.

İsrail Tony Blair markası ile uluslararası kamuoyundaki zayıflayan algısını kuvvetlendirmeye çalışıyor.

Önümüzdeki günlerde Blair ile başlayan İsrail’in halkla ilişkiler atağının yine dünya kamuoyunda itibarı yüksek politikacı ve başta sinema yıldızları olmak üzere popüler sanatçılarla süreceği kaydediliyor.

Görünen o ki, İsrail hasar alan ülke markasını ve ülke algılamasını tamir etmek için güçlü olduğu diplomasi alanı dışında iletişimden de faydalanacak.

Yazının Devamını Oku

“Omo”tar

22 Haziran 2010
Unilever’in deterjan pazarındaki güçlü markası Omo Türk televizyonlarında bir ilke imza attı.

Omo’nun sıvı çamaşır deterjanı Omo Total’in 3 Boyut  (3D) teknolojisi ile hazırlanmış reklamları High Definition (HD) yayın yapan digital platformlarda dönmeye başladı.

Hemen hemen tüm rakiplerinin “Tertemiz yapar”, “Lekesiz temizlik”, “Bembeyaz çamaşırlar”, “Canlı renkler” vb gibi sloganlarla hedef kitlelerini ikna etmeye çalıştığı bir dönemde Omo cesur bir çıkışla “Kirlenmek güzeldir” diyerek kendisini sürüden ayırmıştı.

James Cameron’un gişede hasılat rekorları kıran Avatar filmi ile 3D teknolojisi prodüksüyon dünyasında yerini aldı.

Avatar’ın yarattığı rüzgarın ardından pek çok marka, iletişimde 3D teknolojisini nasıl kullanacaklarını tartışırken Omo ilk reklam filmini yaptı bile.

Belki çok az kişi 3D yayına uyumlu televizyona, bu özel yayınları izlemeyi sağlayan gözlüklere sahip. Belki çok az kişi gözünde 3D gözlükle “Omo reklamı çıksın da izleyelim” diye bekliyor ekran karşısında. Ama olsun.

Şimdilik sadece özel gözlüklerle izlenebilen o bulanık görüntüler, reklam ve prodüksüyon dünyasının “Omo”tar’ı, iletişimde yeni bir dönemin, üçüncü boyut döneminin başladığını işaret ediyor.

Görünen o ki artık iletişim ve reklam çalışmalarına teknolojiyi entegre edemeyen markalar yarışta geri kalacak.

Unutmamak da fayda var. Daha bir kaç yıl öncesinde bir servet değerinde olan plazma ve LCD televizyonlar şimdiler de üç otuz paraya satılıyor. Bugünlerde 3D LED televizyonlar gözde.

Yazının Devamını Oku

Kredi kartı patlatma

18 Haziran 2010
Günümüzün en moda tabirlerinden biri de “kredi kartı patlatma”dır.

Kart batağındakiler kullanır bu tabiri. Ödenmemiş ve takibe alınmış kredi kartı borçları için kullanılır.

Merkez Bankası verilerine göre; Türk halkının bankalara olan toplam kredi borcu geçtiğimiz ay sonu itibarı ile 1 milyar 675 milyon TL artışla 139 milyar 758 milyon TL’ye ulaştı. Kredi kartı borçları ise 681.1 milyon TL artarak 37 milyar 860 milyon TL oldu.

Kredi kartı borçlarının 37 milyar 808 milyon TL’lık kısmı Türk Lirası, 52.6 milyon TL’si ise yabancı para cinsinden.

Gün geçmiyor ki ülkemizde kredi kartı borçları yüzünden bir insanlık dramı yaşanmasın. Gazetelerin üçüncü sayfaları kredi kartı borcu yüzünden yaşanan trajedilere ilişkin haberlerle dolu.

Hali hazırda kredi kartları borcunu ödeyememiş kişi sayısı 65 bin 597. Yaklaşık 2 milyon kişi de kredi kartı borcu nedeniyle takipte.

Görünen o ki halkımız, alışverişlerinde kart kullanmayı ve patlatmayı seviyor.

Nakit taşıma zorunluluğunu ortadan kaldırdığı, kullanım kolaylığı sağladığı, borç erteleme ve taksit avantajı sunduğu için kredi kartı kullanımı çok yaygın.

Hal böyle olunca tüketicileri kart kullanımına karşı bilgilendirmek gerekiyordu. Bu görevi de Bankalararası Kart Merkezi (BKM) üstlendi. Bugünlerde ekranlarda keyifle izlediğimiz Kleopatra’lı, James Bond’lu ve Napolyon’lu bilgilendirme reklamları bu yüzden yayınlanıyor.

Yazının Devamını Oku

BP’nin zor günleri

15 Haziran 2010
“Kriz nasıl yönetilmez?” sorusuna en iyi yanıt, Meksika Körfezi’nde meydana gelen çevre felaketinden sonra İngiliz petrol ve enerji devi BP’nin (British Petrol) yürüttüğü iletişim faaliyetleri olsa gerek… Dünyanın gördüğü gelmiş geçmiş en büyük çevre felaketi bizim medyamızda yeterince yer bulmadı. Bu yüzden ilk olarak olayı bir hatırlayalım isterseniz:

Meksika Körfezi’nde BP’ye ait Deepwater Horizon petrol platformunda geçtiğimiz 20 Nisan’da bir patlama meydana geldi. Patlamada 8 kişi yaşamını yitirirken, bugüne kadar insan eli ile meydana gelen en büyük çevre kirliliği de başlamış oldu.

Deniz seviyesinden binlerce metre aşağıdaki kapatılamayan petrol kuyularından günde 5 milyon ton petrol denize karışıyor. Bugüne kadar denize karışan petrol miktarının yaklaşık 125 milyon ton olduğu tahmin ediliyor. ABD’nin Meksika Körfezi tabiri caiz ise petrole bulanmış durumda. 

ABD Başkanı Barack Obama dahil tüm çevreler, meydana gelen çevre felaketinin sorumlusu olarak BP’yi gösteriyor.

On binlerce gönüllü artık uzaydan bile görülen kirliliğin önüne geçmek için can hıraş çalışırken, BP’nin yürüttüğü iletişim faaliyetleri dostlar alışverişte görsün şeklinde yorumlanıyor. İletişim uzmanlarına göre; BP, “mış” gibi yapıyor. Çünkü BP, yaşanan çevre kirliliğin değil spekülasyonlar sonucu içine düştüğü finansal krizi yönetmeye çalışır gibi algı yaratıyor.

50 milyon dolarlık reklam kampanyası

Tüm dikkatler BP ve CEO’su Tony Hayward’ın üzerindeyken, krizin üzerine tabiri caiz ise bir de tüy diktiler. Nasıl mı?

Yaşanan çevre felaketinden sonra BP, ABD’de CEO’su Tony Hayward’ın mesajlarının yer aldığı yoğun bir reklam kampanyası başlattı. Washington kökenli halkla ilişkiler şirketi Purple Strategies tarafından hazırlanan reklam, BP’nin önümüzdeki haftalarda başlatacağı “reklam serisinin” de ilki.

Herkes BP’den, süren kirliliği durdurmak ve meydana gelen kirliliğin temizlenmesi için ne gibi çalışmalar yürüteceğine ilişkin düzenli bilgilendirme beklerken, BP’nin reklamlarla yıpranan itibarını kurtarma çabasına girişmesi büyük bir tartışmanın da fitilini ateşledi.

Bütçesinin 50 milyon dolar olduğu tahmin edilen reklam kampanyası, ABD Başkanı Obama’nın da hışmına uğradı. Obama, “Körfezde, çevre kirliliği yüzünden işini kaybeden ve çok zor durumda kalan balıkçılar ya da küçük iş sahipleri varken, TV’de BP’nin temizlik çalışmalarına ne kadar para harcadığını duymak istemiyorum” dedi.

Exxon Valdes

Meksika Körfezi’ndeki çevre felaketi bana Exxon’u hatırlattı. Exxon’a ait Exxon Valdes Gemisi Mart 1989’da Alaska Körfezi’nde battığında çevreye yaydığı 40 milyon ton petrol, dünyanın en büyük felaketi olarak tanımlanmıştı. Bölgedeki doğal yaşam bundan yoğun şekilde etkilenmiş; deniz kuşlarından katil balinalara kadar bölgede yaşayan birçok türden hayvan yok olmuştu. Exxon da o dönemde krizi iyi yönetememişti ve batışını hazırlamıştı.

ABD Başkanı Obama’nın yaşanan çevre kirliliğini durdurması için BP’ye tanıdığı 48 saatlik süre de önceki gün doldu. Obama yönetiminin nasıl bir aksiyon alacağı uluslararası arenada merak konusu.

Hisseleri düşüyor


Öte yandan BP'nin hisseleri, spekülasyonlar nedeniyle önceki gün ABD'de yüzde 16 değer kaybetti. Şirket hisselerinin değeri 29.20 dolara kadar gerilerken, bu fiyat 1996 yılından beri BP hisselerinde görülen en düşük seviye. Felaket öncesi BP’nin hisseleri New York Borsası’nda 60 dolar seviyesinde işlem görüyordu.

İngiliz basını oldukça tedirgin


İngiliz Independent Gazetesi’nde dün yer alan bir yorumda, Beyaz Saray'ın BP'den, sızıntıdan zarar görenlere tazminat ödemeleri için milyarlarca dolarlık bir fon oluşturması istendiği yer aldı. Gazete ayrıca, BP’nin her üç ayda bir 2,6 milyar doları bulan kâr payı ödemelerini askıya alacağını ve bunun İngiltere ekonomisine ve uluslararası emeklilik fonlarına büyük darbe vuracağını da yazdı. İngiliz Times gazetesinde yer alan bir başka haberde ise BP'nin patronlarının sızıntının bedelini 15 yıla kadar hapis cezasıyla ödeyebileceği iddiası dikkat çekti.

Amerikan The Washington Post’un haberine göre BP’li yöneticiler yarın Başkan Obama ile bir araya gelecek. BP ABD’de sıkıntılı günler yaşıyor. Meksika Körfezi’nde denize karışan petrol, Exxon Valdes’in yarattığı kirliliğin üç katını geçti.

Ama görünen o ki BP, Exxon gibi yaşanan algı krizini yönetmekte güçlük çekiyor. 
Yazının Devamını Oku

Renault algısını sütçü kamyonuna yükledi

11 Haziran 2010
Renault’nun 110. yıl reklamı, son yıllarda otomobil pazarında Türkiye’de hedef büyüten markanın ticari araç segmentinde de iddiasını ortaya koyuyor. 2009 yılında İngiltere’de hayata geçirdiği ‘Le Laitier’ (Sütçü) adlı reklam kampanyasının Türkçe dublajlı versiyonu olan bu reklam filminde, sarı renkte antika bir sütçü kamyoneti Paris sokaklarında, modern araçların arasında arzı endam ediyor. Yavaş yavaş ilerleyerek Renault servisine varıyor. Sürücüsü “Emektarı bakıma getirdim” diyerek kriko kolu gibi duran aracın anahtarını, şaşkınlık içindeki servis görevlisine bırakıyor. Hatırlamışsınızdır mutlaka…

Bu keyifli reklam filminin Renault’nun marka vaadini net olarak ortaya koyduğunu ve başarılı bulduğumu söyleyebilirim.

Üstelik antika sütçü kamyonetli bu son reklam, sadece ticari araç için değil tüm segmentlerde, “sağlamlık” ve “yenilikçilik” kavramları ile kendisini özdeşleştirmeye çalışan Renault’nun, tozlanmaya yüz tutmuş marka algısını da yeniden parlattığı kesin. Renault bir taşla birkaç kuş vurmuş gibi görünüyor.

Henry Ford’un “Bütün otomobiller siyah olmalıdır” yaklaşımının üzerinden 100 yıl geçti. Seri üretilen ilk otomobil modeli olan “Ford T” efsanesindeki tüm otomobiller bu yüzden siyahtı. Ancak Henry Ford’un bu yaklaşımı ortaya attığı yıllarda otomotiv sektöründe kıyasıya rekabet yaşanmıyordu. 

Bugün ise otomotiv endüstrisi yoğun bir rekabet ortamında iş yapıyor. Geçmişte 8-10 yılda bir model yenilenirken, günümüzde bu süre 2-3 yıla kadar düştü.

Günümüzde irili ufaklı yaklaşık 5 bin parçanın bir araya getirilmesinden oluşan bir otomobil, robot teknolojisi sayesinde yaklaşık 20 dakikada üretilmekte.

Otomotiv sanayi, sanayileşmiş pek çok ülkede ekonominin lokomotifi kabul edilir. Ülkemizde de bu böyle. Çünkü diğer sektörleri besleyen yapısı ile otomotiv sanayii, demir-çelik, petro-kimya, makine ve lastik gibi temel sanayi dallarının da başlıca alıcısı ve bu sektörlerdeki teknolojik gelişmelerin de sürükleyicisidir.

Bugünlerde otomobiller, teknolojileri ve fonksiyonel özellikleri bakımından neredeyse bir birinin aynıdır. Sadece görünüşleri ve taşıdıkları arma onları ayrıştırır.
Hal böyle olunca müşteriler ve talepleri, işin en can alıcı kısmıdır. Çünkü müşteri sadece fonksiyonel beklentilerde bulunmaz. Satın aldığı otomobilin kullanıcısına kattığı değeri de ayırt edici bir özellik olarak görür.

Pek çok toplumda otomobil sadece bir taşıma aracı değildir. Bir statü sembolüdür. Kullanıcısının sosyal sınıfını da belirleyen bir aksesuardır. Bu nedenle bir otomobilin marka vaadi ya da hedef kitlesi nezdinde yerleştirdiği algı pazardaki yerini de belirler.

Renault’nun 1 Haziran’dan itibaren ekranlarda yayınlanan ve 110. yıla vurgu yapan reklam filmi, markanın vaadini açık bir dille ortaya koyması bakımından, son yıllardaki en başarılı örneklerden biri.

Ama unutmamakta fayda var; iyi hazırlanmış bir reklam filmi insanları sadece etkiler, zekice hazırlanmış bir reklam filmi ise hedef kitlede ilgi uyandırır, ancak tüm iletişim enstrümanlarıyla desteklenen bir reklam filmi tamamı ile satın almaya dönüşür.

Benden söylemesi… 
Yazının Devamını Oku