Paylaş
Şaşırdım iyice! Ödüllü filmler yönetmiş, “tarih danışmanlarımız, asker uzmanlarımız var” diyen, Atatürk’ü bilmemesi düşünülmeyecek olan Zülfü Livaneli’nin, senaryosunu yazıp yönettiği, “Türklerin tek Atatürk filmi” diye sunduğu “Veda”da, “resmi tarih”e karşı olduğunu varsaysak bile, bu denli kendine “özel tarih” içinde Atatük’ü anlatması, gerçekten şaşırtıcı.
Bu yargıya nasıl vardım, filmde sıkça ortaya çıkan o “yanıltıcı” sahneleri anımsatarak anlatmaya çalışacağım.
“OLMAYAN, OLMUŞ GİBİ” BAŞLAMAK
“Veda”, gerçekte olmayan, ama varmış gibi gösterilen bir “mektup” üzerine dayandırılmış: Mustafa Kemal’in çocukluk yıllarından arkadaşı Salih Bozok’un oğluna yazdığı “mektup”. Salih Bozok’un hiçbir zaman yazmadığı, ama Livaneli’nin kendi yazıp “yazılmış” gibi sunulan “mektup”, filmin bütün öyküsüne yön veriyor.
Öyleyse, gerçeği gerçekten bilmeyen bir kişi olarak, şöyle bir sonuca mı varacağız: “Filmde yanlışlıklar, saptırmalar varsa, bu, Salih Bozok’tan kaynaklanmaktadır.”
“Bu bir dostluk filmi... Kafamdaki dostluğun filmini yaptım” diyen Livaneli, “gerçeği değiştirme” ve “Kurtuluş Savaşı’nı neredeyse görmezden gelme” gibi, maddi hatalarla birlikte sayısı bir hayli fazla aykırılığı “kendine özel tarih” içinde o “yazılmamış” mektuba bağlamış olmakla, daha ilk elde, Salih Bozok’un “dostluk” adına harcanması anlamına gelmiyor mu!
DAHA İLK ADIMDA ÇELİŞKİ
“Veda” başladığında bir adamın tabancasını alıp ayna karşısına geçtiğini, tabancayı çenesinin altına dayadığını görürüz. O sırada kapı çalar, adam tabancasını saklar. 17 yaşındaki bir delikanlı kapıda görünür: Oğlu.
Oğlunu özellikle çağırtmıştır baba. Atatürk’ün ölmek üzere olduğunu, o ölürse kendisinin intihar edeceğini söyler.
Salih Bozok’un kararını ailesine açıklaması olayı, gerçektir. Ancak senaryo mantığı açısından şu soru akla geliyor: Kapı çalınmasaydı, Salih Bozok, çenesine dayadığı tabancanın tetiğini çekecek miydi? Kendini o an öldürecek idiyse, “kendini öldürme” kararını bildirmek üzere oğlunu niye çağırttı?
Diyelim, “film bu, olur böyle mantık dışına düşen kurgular”... Diyelim de, Zübeyde Hanım’ın sunuluşunu nasıl bir gerekçeye bağlayacağız! Ya Mustafa Kemal’in “anne sevgisi”ni, ya da “askeri üniformaya saygı” eksikliğini! Ya “seven kadını”, arkadaşlarına kurduğu “rakı sofrasında kadeh kaldırmaya” zorlaması!
“Ölüme Meydan Okuyan Bir Kuşağın Hikayesi” diye sunulan “Veda”, böyle bir kuşağın “hiç görülmediği” bir hikaye içinde başlayıp bitse de, “kişiye özel” bir Atatürk Filmi olmakla, üzerinde özenle durulmaya değer.
“Veda’ya Elveda” demeden önce, bu özeni göstermeyi sürdüreceğim.
Paylaş