Var mekân yok sanatçı

Haberin Devamı

HEP merak etmişimdir kimlerdir, ki onlar bir kentin kültür-sanat yazgısını çizerler? Söz gelimi, İzmir gibi gelişmiş bir kentte, başta Büyükşehir Belediye Başkanı ve İlçe Belediye Başkanları mıdır kentin kültür-sanat gelişimine yol verecek araçları seçenler?
Araçlar ne olabilir?
Geride kalmış, Cumhuriyet’in yarattığı, 1950 sonrası siyasal çekişmeler, çekemezlikler arasında yok edilmiş bir kurum, Halkevleri, herhalde bir benzeri daha olmayan bir araç olmuştur bu yolda.
O Halkevleri önce bir mekân, sonra o mekân içinde oluşan bir ortam, sonuç değer olarak sanat sevgisinin yaygınlaşma kaynağı ve o ortamda soluk ala ala adını duyuran sanatçılar ocağı olmuştu.

DEMOKRASİNİN ETTİĞİ

Demokrasi anlayışında “siyaset yoğunluğu”nun öncelik kazanmasıyla Cumhuriyet değerlerinin de tartışma alanına sürüldüğü bir gerçektir. Güzel sanatlar da, sanatçının yetişmesinde yüklendiği görev açısından devlet katında öncelikler arasında neredeyse sayılmaz olunca, sanat ve sanatçı “devlet değeri” olmaktan çıkıp “kişisel değer” olma gibi bir sınırın içinde varlığını duyurmaya çabalamaktadır artık.
Bir Kültür Bakanlığı’nın varlığına karşın, sanat gerçeğine “kuşbakışı” bir yaklaşım sürdürüldüğü içindir ki, bireyin sanata yönelme yollarını açmak Yerel Yönetimler’e kalmış durumda. Güzel sanatların eylemsel gücünün bir çağdaşlık ölçütü olduğuna gönülden inanan Yerel Yönetimler eksik değil kuşkusuz. Herhalde İzmir, Yerel Yönetimleri ile bu inançta başı çeken kentler arasında en önde geleni olsa gerek.

BAŞLAR İSTANBUL GELMEZ İZMİR’E

Haberin Devamı

İstanbul, tarihinden aldığı güçle, yıllar boyu yerleştirilmiş öncelikleriyle kültür ve sanat olgusunun ana kaynağı olmuş. Her sanat eylemi önce İstanbul’dan başlamakta, çoğu zaman da İstanbul dışına taşmamakta. Ve o İstanbul’da, Atatürk Kültür Merkezi’nin de kapatılmasıyla, Devlet ya da Yerel Yönetim eliyle kurulmuş tek bir “kültür-sanat merkezi” kalmadı.
Kuşku yok ki, İzmir, E.Ü. “Atatürk”, DEÜ “Sabancı” ve benzerleri arasında öne çıkan “Ahmed Adnan Saygun” kültür ve sanat merkezleri ve yerel yönetimlerin inşa ettikleri yapılarla İstanbul’a baskın durumda.
Öyle de bu her biri yönetimi birer kuruma bırakılmış Merkez’ler birer Halkevi mi?
Bir “bina” yapmış olmak! Ya da -dört duvar olsa da- yetiştirdiği sanatçılarla anılan bir ocak olmak!
Birer “anıt” gibi yükselse de o Merkez’ler, neyin merkezidirler acaba,  kentin merkezinde yerleşmiş olmaktan başka!
Yapılanları kim küçümseyebilir ki! Yine de tartışmaya değmez mi?

Yazarın Tüm Yazıları