İki sözcüğe sığan “Kurtuluş Savaşı”, 9 Eylül 1922 günü bir “Büyük Zafer”le kucaklaşırken İzmir’e giren öncü süvari bölüğünün komutanı yüzbaşı Şerafettin, yanında teğmenler Ali Rıza Akıncı ve Hamdi Yurteri, Konak’taki Hükümet Konağı’na Türk Bayrağı’nı çekiyorlar. 87 yıl sonra bir inşaat kuruluşu Ege Koop, bir özel tiyatroyla, Han Tiyatrosu’yla, yüzbaşı Şerafettin’in yaşamından yola çıkarak bir tiyatro oyunu yazma ve sahneye koyma konusunda anlaşmaya varıyor.Ege Koop bir adım daha atıyor: Oyunun töreni ilk temsilinde yüzbaşı Şerafettin’in İzmir’de Konak’ta heykelinin dikilmesi için imza topluyor.Şunu mu sormalı: Ege Koop, temel olayı yüzbaşı Şerafettin’e bağlanan bir tiyatro oyunu yazdırmak ve oynatmakla, bağımsızlık bilincini diri tutmak amacı yanında, bir özel tiyatroya içtenlikle maddi destek vermek için mi yola çıktı? “Heykel kampanyası” düşüncesi işin başından beri var mıydı?Kordan’da nal sesleriÖzel bir tiyatroyu maddi yönden desteklemek alkışlanacak bir olaydır. Ama tiyatroyu araç olarak kullanmak! Yüzbaşı Şerafettin’in yaşamı “Kordon’da Nal Sesleri” adlı tiyatro oyununa konu olacak, Kurtuluş Savaşı’nı hiç olmazsa bir boyutundan yakalayıp vurgulayacak kadar “dramatik” miydi? Değildi tabii.. Kendisi de demiş zaten, “Benim yaptığım nedir ki! Bir vatan ve askerlik vazifesinden ibaret değil mi?”Oyun konusu olurdu kuşkusuz yüzbaşı Şerafettin’in yaşamı. Bir vakitler “İzmir Fatihi” diye selamlanmış, ‘İzmir’i fethedilenlere’ verilsin diye Türkistan’dan gönderilen üç kılıçtan biri, Mustafa Kemal’le İsmet İnönü’yle birlikte, kendisine sunulmuş. Sonraki yıllarda hayatta olduğunu komutanı Fahrettin Altay’ın bile anımsamadığı, 1942’de yakalandığı parkinson hastalığı sonunda albay emeklisi olup 1951’de sona eren bir ömür. Beklediğini bulamanın burukluğuyla “unutulmuş” olmanın insalcıl boyutu işlenseydi, bir oyuna konu olurdu kuşkusuz ‘yüzbaşı’ Şerafettin İzmir.Kurtuluşun son adımıBağımsızlığa inanmak, uğruna baş koymak ve unutulmak! Bir unutuluş içinde, Kurtuluş’un son adımında bayrak çekmiş olmanın mutluluğu ile yaşamak. Yetmez mi!Oyunu yazan Emel Bala Gürel, “ısmarlanan” oyunun sınırları içinde daralıp kalmış olmalı. Film değil ki, gösteresin. Üstelik sahnede söz, oyuncuyla değerlenir. Hele böylesi bilinen olayları, bellenmiş sözlerle sahneden seyirciye aktarmak için usta oyuncular gerek. Boş bir sahnede, perdeler arkasından gidip gelen gölgelerle, araya sıkıştırılmış türkülerle, özel tiyatronun sınırlı, deneyimsiz oyuncularıyla “Kordon’da Nal Sesleri”, İzmir’in Kurtuluşu’nu yüreklerimizde inletti mi acaba?Yine acaba anımsatsak mı! Artık Kordon’da “nal sesleri” yok, sıra sıra dizilmiş masalardan kahkahalar yükseliyor akşamları.