Paylaş
Yıkmak kolay da, yapmak? İş bu yazı, biraz teknik de olsa, bunu anlatır.
Halka açık bir “kapalı salon toplantısı”, konunun içeriğine bağlı olarak, ya çelişik görüşleri savunanların birbirleriyle çekişmeleri, tartışmalarıyla geçer ya da ‘bilen kişiler’in birbiri ardından söz alıp toplantı konusunu işlemeleriyle gerçekleşir. İzlemeye gelenler açısından bakınca, “çekişmeli” toplantıların daha canlı, daha “taraf tutmaya” elverişli olduğuna kuşku yok.
Bir sanatçının “onur konuğu” olarak öne çıkarılıp, onun ilgi alanı çerçevesinde konunun yoğunluk kazandığı Öykü Günleri, Şiir Günleri biçiminde düzenlenen sanat yaklaşımlı toplantılarda ise, konuşmalar tanıtma – inceleme – değerlendirme yaklaşımlı. Konuşmacıların birbirlerine üstünlük sağlamaları değil de dinlemeye gelenlerin “yararlanma” önceliği önem kazanıyor.
DIŞA ATILMAK
Oysa 9. Öykü Günleri, Eşrefpaşa Akçiçek Kültür Sanat Merkezi Salonu’nda, günden güne düşen bir izlenme yüzdesiyle sürdü gitti. Konuşmacıların değeri, niteliğiyle ilgili değil bu sonuç; dinleyicileri “dışta” bırakan bir yöntemin seçilmiş olması yüzünden. Çağrılı öykücü - denemeci – eleştirmen – yayıncı sahnedeki koltuklara oturuyorlar, başlıyorlar birbirleriyle konuşmaya. Sahne ışıklandırması özensiz, ses düzeni yetersiz. Elden ele dolaşan mikrofonlar!
Dinlemeye gelmiş olanların “dışa atıldığı” böyle bir toplantı biçimi olur mu! Toplantı, konuklar birbirleriyle söyleşsinler diye yapılıyor sanki. Böylesi kapalı salon toplantılarında değişmeyen bir yöntem var: Sahnede uzun bir masa ve arkasında konuşmacılar. Konuşmacılar, yüzleri dinleyenlere dönük, birbirlerine değil, doğrudan dinleyenlere seslenmekte.
Öykü yazarı ya da şairlerin ya da çağrılı konukların, kendilerini dinlemeye gelmiş olan halkla “buluşamaması”, bu Günler’in herhalde en önemli açmazı. Ola ki, bir öykü ya da bir şiirini okumuşsunuzdur da, ya sayısı elliyi bulan çağrılılar arasından nasıl seçip belleyeceksiniz yazarını! Birbirini bilenler bilir de, ya halktan biri? Bu da “dışa atılma”nın bir başka yansıması. Batımızda uzanan uygar ülkelerde yöntem belli: Çağrılı konuklar kim olduklarını yazan bir “yaka kartı” taşıyor.
Diyelim, yaka kartları iliştirilmiş; yine de neredeyse olanaksız yazar – okuyucu buluşması! Üç gün boyunca “kapalı salon söyleşileri” biçiminde sürdürüldükçe nasıl yüzyüze gelip de söyleşir yazarla okuyucusu? Toplantının bir gününü geniş bir salonda yazarlarla söyleşme ortamının oluşacağı bir “çaylı – çörekli” buluşmaya ayırmakla bu engel aşılamaz mı?
9. Öykü Günleri’ne “Hepimizin Bir Öyküsü Var” deyişini seçmişler. Ama bir “ama”yı unutmuş olsalar gerek. Her öykü, bir öykü değildir, sanatçısı o öyküyü yazmadıkça!
Paylaş