Son iki yazımda İzmir Devlet Tiyatrosu’nun açılış oyunu olarak sunulan "Felatun Bey ile Rakım Efendi"nin bir yazar - yönetmen değerlendirmesiyle, nasıl "Nutalef Bey ile Mıkar Efendi" gibi bir sonuç doğurduğunu, genel çizgileriyle de olsa, vurgulamak istedim. Oyuna temel alınan roman ile sahneye getirilen temsil arasındaki aykırılık, gerçekten üzerinde durulması gereken kimi gerçekleri de ortaya çıkarıyor.
Şöyle özetlenebilir:
Çağdaşlaşmak
1. Ahmet Mithat Efendi gibi önemli bir yazarın, Tanzimat’la yoğunlaşan batılılaşma çabalarının Türk toplumundaki yansımalarını işlemiş önemli bir yapıtı olan "Felatun Bey ile Rakım Efendi"yi, yazılış amacından saptırarak şarkılı, kantolu bir müzikli oyuna, sonunda da seyirlik oyun türü anlamında "curnuna"ya çevirmek doğru bir uygulama mıdır?
Üstelik böyle bir romanın tiyatroya uyarlanmasıyla edebiyat değerlerimizin canlı tutulması yanında, çağdaşlaşma çabamızı bugünden geriye uzanarak sahnede yaşatmış olmakla günümüze bağlamak, tiyatro sanatı yoluyla gerçekleştirilmiş bir toplumsal çözümleme olanağını verecekken, bu fırsatı elden kaçırarak?
Sözel ağırlığı var
2. Ortaoyunu gibi sözel ağırlığı olan seyirlik oyunumuza, hareket ağırlıklı olan İtalyan seyirlik oyunu commedia dell’Arte tarzını da eklemlemeye kalkışmak bir yönetmen yaklaşımı olsa da, bu tutum oyunun içeriğine derinlik kazandırmak açısından doğru bir yöntem olmuş mudur?
Oyuncuların birbiriyle uyumlu, canlı bir oyun örgülemelerindeki başarıları övgüye değer. Ne var ki, yönetmenin yazarla birlikte içini boşalta boşalta sahneye getirdikleri "Felatun Bey ile Rakım Efendi"de, birbirine aykırı iki toplumsal yönelişin renkleri, kişileri, sürekli göbek atarak, kalça kıvırarak, yerlerde yuvarlanarak, niçin araya sokuşturulduğu anlaşılmayan kantolar, danslar, şarkılarla sürüp giden oyunun içinde yitip gidiyor. Sahnedeki temsil, bir "atelye" çalışması ise, evet; aramanın denemenin sınırları açık. Ama niçin Devlet Tiyatrosu’nun seyirciye açık bir sahnesinde?
Eğitim ve deneyim
3. Acaba DT. ya da önemli bir tiyatroda oyunculuk deneyimi kazanmamış, eğitim ve deneyimi üniversite çerçevesiyle sınırlı bir akademisyen, Reinhart- Carl Ebert okulundan kaynaklanan Devlet Tiyatroları’nın oyunculuk - yönetmenlik çizgisine nasıl bir boyut kazandırabilir?
Ben sadece soruları ortaya atmış olayım. Nasıl olsa yazarımız 1912 ölümlü Ahmet Mithat Efendi, olanı sorgulayacak durumda değil.