Paylaş
“Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür.”
İnsanın belleği unutkanlıktan yana eksiklidir, hastadır yani, unutuverir insan. Öylesi, çantayı evde unutmak gibi değil. Sevgilinin adını unutuvermek gibi de değil.
Vaktiyle olmasaydı o “olmuşlar”, kimbilir hangi “karanlık” bir kuytuda yaşıyor olacakmış şimdi, unutuvermiş! Bir “aydınlık” düzlüğe çıkmış ya, niye anımsasın geçmişin yaşanmışlıklarını!
Sazlıktaki kamış, ney olup dile gelir de ustasının dilince, 90. yaşını doldurdu diye, dile gelmez mi ola “ney”, her neyse!
***
Musiki Muallim Mektebi, ortaöğretime müzik öğretmeni yetiştirmek üzere 1924 yılında Ankara’da kuruldu..
Mektep’in ilk öğrencileri Erkek Muallim Mektebi’nden seçilmiş olan 6 kişiydi.
Bir süre sonra İstanbul Balmumcu’daki Öksüz Yurdu’ndan Ankara’ya getirilen çocuklarla öğrenci sayısı arttırıldı.
Kuruluşundan 4 yıl sonra 1928’de, Mektep, müzik eğitimine verilen özel önemin anıtsal bir vurgusu gibi, Mimar Ernst Arnold Egli’nin tasarımını yaptığı, Başkent’in çağdaşlık simgelerinden biri sayılan Cebeci’deki yeni binasına taşındı.
1934 oldu, TBMM bir yasa ile “Milli Musiki ve Temsil Akademisi”ni kurdu. Musiki Muallim Mektebi, “akademi” oldu.
Oldu 1938, “mektep”, “akademi” derken “tiyatro” ile “opera”yı da içine alan, dünyaca ünlü Paul Hindemith’le, Carl Ebert’in yönetip eğitim verdiği “Konservatuvar” doğdu.
Bugün orkestralar yönetenler, orkestralarda çalanlar, kompozitörler, sahneye çıkanlar -yüzlerce sanatçı- 1924’ün Mektep’inden sıçramış birer “kıvılcım” olduklarını bilirler mi acaba!
***
Gerçeğin kendisi basit bir “Mektep” oyunu değildir aslında. Birkaç sözcük anlatıverir o gerçeği:
“Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, müzikte değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
***
Ve bir gün birileri çıkar, yapacağı filme konu olsun diye 90 yıl öncesini kurcalar kendince; kurcalamakla da kalmaz, kurgular; tersine çevirir gerçeği, gerçek diye sunar.
Avrupa Birliği’nin, “2010 Yılı Avrupa Kültür Başkenti” olarak İstanbul’u seçmesiyle sağlanan maddi destekle çekilmiş bir film, “Görünmeyen”, 90 yıllık geçmişini bile anımsamayanların, bir “Cumhuriyet” gerçeğinin ters yüz edilişini umursamayanların varlığını ispatlayan görsel bir belgeydi sanki.
Haydi diyelim onlarınki bir “cesaret”tir.
Ya o “Mektep” görmüş olanlar! Onların “suskunluğu”na ne denir!
Böylesi unutmuşluk, “nisyan”... nasıl edilmez “isyan”!
Öylesi “cesaret” karşısında “aydın” olmanın adı n’ola?
***
Yine iki sözle bitirelim sözü:
“Bir millet, sanata önem vermedikçe büyük bir felâkete mahkûmdur.”
“Dünyada medenî, ileri ve gelişmiş olmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir.”
Demiş de bir gün heykellerini kıracak birilerinin çıkacağını düşünememiş!
Paylaş