Paylaş
Niye seviniriz bilmem, eskitmişken bir bir o günleri!
Ve birden, bir geceyarısı, yarıp da o geceyi, bir “eski”yi “yeni” yapıveren o büyücü kimbilir kimdir bilmeden, umutlanmak, sevinmek, yeniden beklemeye durmak.
Eski üzerimize yapışıp kalmış olsa da, yeniyi giyindiğine kanmak! Olabilir mi, kurtulmak geçmişten bir gecenin yarısında, koyu karanlıkta, bir günlük bir adım atmış olmakla!
Eskiyle sürünmektense yeniyi giyinip de bir ömrü sürdürmek, umutların yeldeğirmenine vazgeçilmeyen bir saldırış ise niye olmasın.
Ömrümüz tükeniyor, ayrımında mıyız, karşılarken her yeni yılı beklentilerle.
DÜŞÜNÜVERDİM DE...
İzmir’i düşünüverdim bu duygularla: Bir yıla kapısını kaparken, aynı kapıdan bir başka tazelenmeye çıkmış olabilecek mi acaba?
Kentler, bir taş yığını sanki, duygusuzdur. Bir sevgili gibi koynumuza alabilir miyiz bir kenti! Ya o sevgilerin dışında bir taş yatak olup kaldıysa ellerimizde?
Ve günler yıllara devrilirken gelir bir gün, tarihin içinde erir gider kentler. Efes gibi... Hemen İzmir’in ayak ucunda. Ve de niceleri, yığılmış yılların derinliklerde.
İzmir... Adı kimbilir nerelerden sıyrılıp gelmiş de, vazgeçemediğimiz olmuş.
İzmir’i sevmek, kıyısına vuran dalgalarda bir damla tuzlu suyuna yansımış akşam güneşinin harelenen renklerini duyumsamak mı! Ya da ta gerilerde, Kadifekale’ye varıp da tepenin ardından yayılan evlerde soluk soluğa yaşananlara uzanıp kaygılanmak mı!
Ne yaptık o tepelerinden gerilere, tepelerinden denize doğru soluk almak istercesine akan İzmir için?
Düşlediğim, sokaklarında sanatın soluğu dolaşan bir kent, İzmir!
2010’nun günleri de bir nehir gibi akıp giderken böyle bir İzmir’de İzmir’li olmakla yükselmek ne güzel!
“Haydi sanata, sanatçılar yaratmaya doğru koş, çağlar gerisinden aldığın güçle, hele Cumhuriyet’in bayrağını diktiği son durak olmakla, İzmir!” diyelim mi...
Yeni yıl, onu değerlendirebileceksek, kutlu olsun hepimize.
Paylaş