Paylaş
Sürücüsüz araçlar, “drone”lar, robotlar, blok zinciri, endüstri 4.0, yapay zekadan bahsedilirken, genelde bu trendlerin sektörlere ve işletmelere etkisine, bu yeni gelişmelerin doğuracağı yeni iş modellerine, uygulama alanlarına pek değinilmiyor. Kavramlara yüzeysel olarak, birbirleri ile olan etkileşimine bakılmadan yaklaşılıyor… Üniversiteden yeni mezun olup iş hayatına katılan gençler de her ne kadar yeni teknolojilere yönelik bilgi sahibi olsalar ve yeni teknolojileri günlük hayatlarında sıkça kullansalar da, bu teknolojilerin yıkıcı etkilerini ya da sebep olacağı etkiyi, biraz da tecrübe eksikliğinden, doğru analiz edemiyorlar. Bu doğrultuda, geçmiş tecrübelerim ışığında Değerli Dekanımız ve Hocam Prof. Dr. Nihat Kasap’ın da desteği ile ilk olarak MBA ve EMBA programları için “Teknoloji Farkındalığı ve Teknoloji Trendlerinin İş Hayatına Etkisi” dersini tasarlayarak vermeye başladım. Bu derse olan ilgi, geçtiğimiz yıl itibariyle, son sınıf işletme öğrencilerine yönelik olarak ders içeriğini genişletmeme neden oldu. Bu güz döneminde de severek verdiğim bu dersi yine Sabancı Üniversitesi son sınıf öğrencileri ile paylaşmaya devam edeceğim.
Geçtiğimiz dönem dersin yarısını sınıf ortamında yüz yüze, yarısını da online olarak yapmak zorunda kaldık. Herkes gibi ben de öğrencilerim ile birlikte bu süreci ilk defa deneyimledim. Bu deneyimler ve araştırmalarımın doğrultusunda da eğitimin yeni normaline yönelik düşüncelerimi hurriyet.com.tr için özetlemiştim (https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ergi-sener/coronavirus-sonrasi-yasam-yeni-normal-hayatimiza-neler-getirecek-online-egitim-41509170).
Daha önce de pek çok kez paylaştığım üzere, gençlerle, özellikle üniversitede vakit geçirmekten her zaman çok keyif alıyorum. Tertemiz beyinlerin bir şeyler üretmesini izlemek; pırıl pırıl gençlerin gelişimlerini gözlemlemek; fikirlerini, projelerini sunarken heyecanlarını paylaşmak büyük zevk… İçinde bulunduğumuz dönem, ne yazık ki gençlerin gelişimleri için ideal bir ortam değil. Kampusler kapalı, dersler tamamen online, dışarıdaki sosyal hayat kontrollü ve sürecin daha ne kadar böyle devam edeceği belli değil. Ben de dersimi alan öğrencilerimden Kaan Kırhan ve Cem İlbay İnanç ile gençlerin bakış açısından Korona sürecini tartıştım. Kaan ve Cem ile genç kuşağın sürece yönelik düşüncelerini, gelecekten beklentilerini, kendilerinden yaşça büyük kuşaklara ve kurumsal şirketlerin dijital dönüşümlerine yönelik gözlemlerini ve online eğitimi ele aldık. Bu değerli arkadaşlarım ile gerçekleştirdiğimiz keyifli söyleşiyi sizlerle paylaşmak isterim:
Ergi Şener: Korona süreci herkes açısından son derece belirsiz ve öngörmesi zor bir dönem. Üniversiteli gençler olarak bu süreci nasıl yorumluyorsunuz? Sizce, nasıl bir gelecek bizi bekliyor?
Cem İnanç: Belirsiz bir süreç olmakla birlikte bu belirsizlik hayatının genelinde belirsizliğe sahip olan biz gençler için geleceğimizi öngörme ve bir yol çizme konusunu daha da zorlaştırıyor.
Koronanın özellikle biz gençlerin kıymetini anlamakta zorlandığı önce sağlık düşüncesini yaşatarak öğrettiğini düşünüyorum. Korona süreci ile birlikte en küçüğünden en büyüğüne tüm organizasyonlarda çok köklü değişiklikler görebileceğimizi düşünüyorum. Bu değişimlerin en radikalini de tabii ki ulaşım sektörünün yaşayacağını düşünüyorum. Hem ürünlerin hem de insanların bir noktadan bir noktaya olan yolculuklarının çok daha kontrol altında olabileceğini düşünüyorum.
Ergi Şener: Özellikle sizlerin de içinde bulunduğu Z jenerasyonu, sosyal medya ve dijital kuşak olarak adlandırıldığı için yeni çıkan teknolojilere ve dijital uygulamalara adaptasyonunuz çok daha hızlı olmakta. Hatta, Korona öncesi, diğer kuşaklar ile bu nedenle ciddi bir uçurum söz konusuydu. Korona sizce bu dijital boşluğu ne derece doldurdu, yaşça sizden büyüklerinizin dijital uygulamalara olan adaptasyonunu nasıl gözlemliyorsunuz?
Kaan Kırhan: Korona süreci öncesinde de internet ve bunun beraberinde getirdiği dijital uygulama ve alışkanlıkları özellikle Z jenerasyonu yoğun bir şekilde kullanmaktaydı. Korona süreci, öncelikle Y jenerasyonunu ve şirketlerin dijitalleşmeye adaptasyonunu zorunlu hale getirirken süreci hızlandırdı. Aynı zamanda, dünya Korona gibi bir pandemi ile karşı karşıya kalmasaydı, şu anda şirket ve bireylerin edinmiş olduğu dijital alışkanlıklar; evden çalışma, online eğitim, her markanın müşteriye ulaştığı dijital kanallara yaptığı yatırımlar bu kadar hızlı bir şekilde gelişemeyecekti.
Kişisel olarak Koronayı kumandalardaki ileri sarma tuşuna benzetiyorum. Pandemi, dijital ve internetin merkezde olduğu yeni dünya düzenine girişi hızlandırdı ve bu yeni düzeni yaşamaya çoktan başladık. Korona 3 yıl mı 5 yıl mı yoksa 10 yıl mı ileri sardı, bence bu biraz daha sektörlere ve kurumlara göre değişebilecek bir yargı ama 5 ay önceki dünya düzenine göre yaşamadığımız bir gerçek.
Şu anda iş olanakları ve ekonomideki belirsizliklerden dolayı iş bulma anlamında Z jenerasyonu kimi şansızlık ve belirsizlikleri tecrübe etmeye başlamış olsa da bütün jenerasyonları düşündüğüm zaman en şanslı kesimin gençler olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz yeni trendlere, teknolojiye daha hızlı adapte olabiliyoruz. X ve Y jenerasyonu ise yaşlarından ötürü pek çok farklı işi ve görevi geleneksel yollarla yapmayı tercih ediyor ve teknolojiye adaptasyonları gençler kadar hızlı ve verimli olamıyor. Bu anlamda, şirket ve kurumların hangi sektörde olursa olsun dijital iş yapış modellerine geçiş hızının artacağını ve bu yeni dönüşümde gençlerin iş bulmaktan, yeni dijital toplumda var olabilmeye kadar bütün alanlarda daha şanslı olacağını düşünüyorum.
Cem İnanç: Bu boşluğu doldurmaya yetecek kadar uzun bir süreç geçirdiğimizi düşünmüyorum. Teknolojiyi iş hayatının içine Korona öncesinde sokan insanların teknolojik adaptasyonunu ve bu jenerasyon arasındaki boşluğu başarıyla doldurduğunu, çalıştığım ortamlarda gözlemleme şansım oldu. İşini ve kendisini geliştirmeyi hedefleyen, teknolojik gelişmeleri takip eden ve işine uygulayan kişilerin, bu dijital boşluğu, Korona sürecinde zorunluluklar dolayısıyla teknolojiyi hayatına sokan insanlardan daha hızlı ve verimli şekilde doldurabileceği yadsınamaz bir gerçek. Bu süreç içerisinde zorunlu olarak hayatına dijitalliği sokan kişilerin de dijitallikle tanışma şansı yakaladığını söylemek mümkün ama bu kişiler daha sadece yeni dünyaya kapı aralığından bakmayı başarabildiler.
Ergi Şener: Bu süreçte, derslerinize ve üniversitenize de tamamen online ortamdan devam etme durumunda kaldınız. Online eğitimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Fiziksel üniversite ortamından ayrı kaldığınız dönemde, üniversite yaşamına yönelik en çok neyi özlediniz? Online eğitimi, normal sınıf eğitimine göre nasıl buldunuz?
Kaan Kırhan: Online eğitime geçtiğimiz zaman, aklıma kimi zaman arkadaşlar arasında “keşke bütün dersleri evden işleyebilsek ve okula hiç gitmek zorunda kalmasak” yönünde yaptığımız sohbetler aklıma geldi. Okulla tanışmış her çocuğun bir süre sonra hayali olmuştur belki de online eğitim… Korona vesilesiyle her kesimden öğrenci bu hayali tecrübe etmek zorunda kaldı. Şahsen bu döneme üniversitedeyken denk geldiğim için kendimi şanslı görüyorum. Bunun en büyük nedeni yaşımın getirmiş olduğu olgunluk ve tecrübe seviyesi. Halbuki diğer yaş gruplarındaki öğrenciler için bu sürece adapte olmak bence daha zor. Kendi aile üyelerimden buna örnek vermek istiyorum. 1.sınıfa bu sene başlayan kuzenimin, okulu her ne kadar sistematik bir şekilde online eğitime geçse de yaşının getirdiği tecrübeden ötürü kimi zaman bilgisayar ekranı üzerinden konsantre olmakta zorlandığını gözlemledim. Aynı şekilde hem liseye geçişte hem de üniversiteye geçişte de sınav tecrübesini yaşamış bir jenerasyon olarak uzaktan eğitimin bu kesimler için daha zor olduğunu düşünüyorum. Sonuçta sınıfta bir matematik sorusunu anlamadığınızda hemen hocanıza ya da arkadaşınıza sorma şansınız var. Bu yaş grubu için hiçbir online sisteminin parmak kaldırıp, cevabı öğrenmekten daha kolay olabileceğini düşünmüyorum.
Kendi adıma Sabancı Üniversitesi’nin yenilikçi ve genç bir üniversite olmasından dolayı üniversite kurulurken “online sisteme” kolayca adapte olunacak şekilde inşa edildiğini gözlemledim. Dersleri ağırlıklı olarak “Zoom” uygulamasından rahatlıkla gerçekleştirdik. Herkes için yeni bir tecrübe olduğu için kimi zaman online sınav ve quizler tekrarlanmak zorunda kaldı ama ben yine de bu sürecin başarılı bir şekilde yönetildiğini düşünüyorum. Küçükken hiç okula gitmeyeyim, evim okul olsun hayallerimin bir sonraki dönem gerçekleşmesini ister miyim diye soracak olursanız buna kesinlikle hayır derim! Online eğitimde her ne kadar profesörler ve kurum elinden geleni yapıyor olsa da sınıf içindeki o samimiyet ve bilgi paylaşımı ortamı onlineda aynı şekilde olamıyor. En çok özlediğim iki şey ise kampüs hayatının barındırdığı sosyalleşme ortamı ve ders içinde arkadaşlarım ve hocalarım ile hızlı fikir paylaşımı yapma imkânı. Bu dönem aldığım çoğu ders sözeldi ancak işlem gerektiren ve daha teknik olan dersleri işlemek bence daha zordu, ve bu anlamda telekonferans uygulamalarının yetersizliğini hissettim. Yakın gelecekte online uygulamalar (Google Meet, Zoom vb.) ders esnasında dosya, sunum, soru paylaşma gibi daha yenilikçi özellikler barındırırsa online eğitim seviyesinin daha da iyi seviyelere geleceği düşünüyorum.
Cem İnanç: Online eğitimin, derslerin içeriğine ve işlenişine bağlı olarak verimliliği konusunda çok farklı noktalarda olabildiğini söylemek mümkün. Bir derste okul ortamı kadar verim alabilirken bir diğer derste verim sıfır noktasına kadar düşebiliyor. Üniversite yaşamının belki de en önemli noktalarından biri olan network kazanma ve gelişim sürecindeki beyinlerin bir araya gelmesi, fikir paylaşımında bulunabilmesi ve birlikte çalışabilmesi en özlediğim noktalar oldu. Normal sınıf eğitimine oranla kendi özelliklerim sebebiyle aynı verimi aldığımı söylemem zor. Sosyalleşmekten ve yüz yüze olmaktan keyif alan ve bunu bir motivasyon kaynağı olarak kullanan biri olarak derslere bağlılık gösterebilmem ve ders dışı zamanlarda derslerin üzerine düşündüğüm süreler oldukça azaldı.
Ergi Şener: Z jenerasyonu aynı zamanda girişimci bir kuşak. Sizlerin mezuniyet sonrası için planları ne doğrultuda?
Kaan Kırhan: Teknolojinin gelişmesi, yapay zekâ, büyük data, internet aracılığıyla makinelerin kendi arasında iletişime geçmeye başlamasıyla pek çok farklı sektörün iş yapış şekli değişti. Eskiden dünyayı somut hammaddeye sahip olan şirket ve ülkeler yönetirken şu anda bu düzen tamamen değişti. 20 sene önce petrol dünyanın en değerli varlığı iken bugün o değer data ve teknoloji ile yer değiştirdi. Şu anda Google, Facebook ve Amazon gibi teknoloji şirketleri çoğu ülkeden daha güçlü. Yeni dünya düzeni bu şirketlerin yaratığı yeni değer ve trendler öncülüğünde gelişip ilerliyor. Bu şirketlere baktığımızda hepsinin ortak yanı zamanında birileri tarafından kurulması, bir başka deyişle “start-up” olmaları. Bu büyük şirketleri takiben pek çok farklı yeni “start-up”, dijitalleşen dünya düzenindeki pastadan en büyük dilime sahip payı almaya çalışıyor.
Üniversiteye girdiğimden beri, gerek gördüğüm dersler, gerek okuduğum kitaplar sonrasında girişimcilik alanına ilgi duymaya başlamıştım. 2017 yazında üniversitemin desteğiyle 3 hafta boyunca Afrika, Tanzanya’da katıldığım “Young Global Pioneers” programında pek çok farklı girişimciyle sohbet etme ve çeşitli workshoplara katılma şansına sahip oldum. Devamında Türkiye’ye döndükten hemen sonra da üniversitemde girişimcilik yan dal programına başvurdum ve girişimcilik alanına bambaşka bir gözle bakmaya başladım. Ben ve yakın çevremdeki pek çok arkadaşım kurumsal şirketlerden daha çok start-up’lar da çalışmak istiyor. Bence bunun en büyük nedeni Z jenerasyonun içindeki “yaratma” dürtüsü. Pek çok kurumsal şirket, çalışanların, yaratıcılıklarını kullanmasından ziyade stabil görevleri yerine getirmesini istiyor. Bence Z jenerasyonu bu mantalite için uygun değil. Teknolojiyle beraber büyüdüğümüz için yaratıcılık ve düşüncelerimizi dile getirme konusunda diğer jenerasyonlardan farklılaştığımızı düşünüyorum. Pandemi sürecinde pek çok arkadaşımla yaptığım sohbetler benzerdi: “hadi bir fikir bulalım, bunun üstüne çalışıp bu krizi fırsata çevirelim”. Kişisel olarak mezun olduktan sonra bir start-up’ta çalışmaya başlamayı çok isterim. Pek çok arkadaşımın da bu fikre sıcak baktığını biliyorum. Bunun bir nedeni genç yaşta risk almanın hem daha kolay olması, hem de start-up çalışma şartları için yeterli enerji ve motivasyonlarının olması. Aynı zamanda start-uplar tecrübeye dayalı öğrenmeyle ilgili olduğu için elde edilen tecrübelerin uzun vadede çok yararlı olacağını düşünüyorum.
Cem İnanç: Üniversite ikinci sınıfın yazından bu yana okul dönemleri dahil olmak üzere kariyer anlamında elimden geldiğince fazla deneyim kazanabilmek adına bir çok farklı şirkette çalışma imkanı yakaladım. Bu deneyimler kariyerimi çizeceğim yolu kararlaştırmamda bana oldukça yardımcı oldu. Pazarlama alanında kazandığım deneyimler ve bu alana olan ilgim, geleceğimi bu alanda çizme kararı vermemi sağladı. Girişimci bir yapıya sahip olmama rağmen daha öğrenecek çok şey olduğumu düşündüğümden, uluslararası şirketlerde çalışarak öğrenme sürecime profesyonel olarak devam etmek istiyorum.
Ergi Şener: Korona sürecinde, yaşadığımız süreçte ve her sektörün dijitalleşme çabasında, sizlerin gözlemlediği ana sorunlar neler? Bu doğrultuda, hangi alanlarda fırsatlar olduğunu gözlemliyorsunuz?
Cem İnanç: Bu sürecin çok ani gelişmesinden dolayı sektörlerin ortaya çıkan problemlere hızlı yanıt veremediğini düşünüyorum. Burada en kritik sorunların, şirketlerin bu tip süreçlere karşı yanıt verebilmesi için uygun kaynaklara sahip olmaması ve yöneticilerin beklenmedik durumlara hızlı yanıtlar verememesi olduğunu düşünüyorum. Bunun yanı sıra, en önemli kaynaklar olan insan kaynaklarının yönetiminde bu süreçte başarılı olunamadığını ve çalışanların kıymetsizleştirildiğini ve adaptasyon sürecinde yeterli desteğin sağlanamadığını düşünüyorum. Belirsizleşen geleceğe ayak uydurabilmesi için şirketlerin adaptasyon süreçlerine destek olabilecek ve danışmanlık sağlayabilecek servislerin bir fırsat haline gelebileceğini düşünüyorum. Bir diğer fırsat ise şirket içi iletişimin ciddi anlamda etkilendiği bu süreçte bu iletişimi en iyi şekilde destekleyecek uygulamaların ve bu uygulamaların geliştirilmesinin bir fırsat kanalı olduğunu düşünüyorum.
Ergi Şener: Sizin gözünüzden Korona sonrası bizi nasıl bir dünya bekliyor?
Cem İnanç: Korona süreci tüm sektörlerin ders çıkaracağı birçok olayı deneyimlememize sebep oldu. Bundan sonra sürecin yarattığı problemlere verdiğimiz yanıtların sadece güvenlik ve sağlık alanında değil, aynı zamanda değişen düşünce yapısı ve bu dönemin ortaya çıkardığı yeni fikirlerle pazarlama alanından verimlilik ve sürdürebilirlik, iletişimden kaynak yönetimine birçok farklı alanda gelişime sebebiyet vereceğini düşünüyorum.
Korona artık dünyanın bir gerçeği ve gelecekte benzer vakaların tekrarlanması kimse için imkansız bir düşünce değil. Korona sonrası dünya bu olasılık ile gelişmeye devam edecek demek yanlış olmaz bence.
Paylaş