VAN depreminden sonra eleştiri oklarının hedefinde yer alan AFAD’ın hazırladığı İllerin Afetselliği Raporu’nu inceledim.
7.2 ve 5.6’lık iki acıdan sonra tartışılan AFAD’ın raporunda deprem, heyelan ve sel gibi doğal afetlerle ilgili ayrıntılı bilgiler yer alıyor. Raporda üzerinde durulması gereken önemli tespitler var. Mesela dördüncü derece deprem bölgesinde yer alan Ankara’da bugüne kadar yıkıcı deprem yaşanmadığı belirtiliyor. Ancak, diri fay hattı üzerinde bulunmayan Ankara’nın kuzey ve güneyinde yer alan fay zonlarının geçmişte büyük depremler ürettiğinie dikkat çekiliyor. Ankara deprem haritası Sincan, Keçiören, Yenimahalle ve Çankaya gibi ilçelerin dördüncü derecede deprem bölgesinde bulunduğunu gösteriyor. Ancak bu durum adı geçen ilçelerdeki her yapının sağlıklı olduğu anlamına da gelmiyor.
KULAĞIMIZA KÜPE OLMALI
Buradan hareketle ihmaller nedeniyle yüzlerce insanın hayatını kaybettiği, onlarcasının yaralandığı Van depreminden Ankara için kulağımıza küpe olması gereken çok şey var. Sürekli tekrarlanmasına rağmen, depremlerin arkasında bıraktığı acılar toplumsul hafızamızda yer bulmazken, ne yazık ki ateş her zamanki gibi düştüğü yeri yakıyor. “Bana birşey olmaz” mantığıyla hareket etmenin yanlışlığını artık görmezden gelemeyiz. Bunun yanında meselenin en büyük sorumlu olarak gösterdiğimiz müteahhitlerin vicdanına bırakılamayacak kadar da ciddi ve insani olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan vakit kaybetmeden, başta riskli şehirler olmak üzere binlerce kişinin yaşadığı tüm binalarda yapı analizlerinin gerçekleştirilmesi, sağlıksız yapılarla ilgili bir envanterin çıkarılması gerekiyor.
VAN DEPREMİ EŞİK OLDU
Buradan bakınca Van depreminin kentsel dönüşüm ve önlem için eşik olduğunu düşünüyorum. Bunun ilk kanıtını Başbakan Tayyip Erdoğan, “İktidarı kaybetme pahasına da olsa tüm kaçak yapıları yıkacağız” açıklamasıyla zaten vermişti. Ardından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ, hummalı bir “dönüşüm” çalışması içine girdi. Bürokratların üzerinde çalıştığı Afet Kanunu Taslağı ile öncelikle imar mevzuatına aykırı veya riskli yapılar tespit edilecek. Daha sonra bu tip yapılar üzerinde çeşitli kısıtlamalar uygulanacak. Bu çalışmalar ise afete hazırlık hesabıyla finanse edilecek.
Uygulama nasıl olacak?
Burada konu, uygulama noktasında düğümleniyor. Bürokratların depremden bu yana harıl harıl konuyla ilgilendiklerini biliyorum. Taslakta yer alan caydırıcı cezalar ise hükümetin işi sıkı tuttuğunu ve suistimallere neden olan herhangi bir açık kapı bırakmadığını gösteriyor. Belki de bu taslakla binlerce ocağa ateş düşüren ihmallerin önüne geçilecek. Sıcağı sıcağına verilen sözler tutulur mu, ihmali olanlar gereken cezayı alır mı, bunu zaman gösterecek. Ancak şunu söylemeliyim ki artık, kanunlarla birlikte vicdanımız ve mantığımızın da aynı oranda işlemesinin vakti geldi. Dileğim o ki bundan sonra hiçbir coğrafyada böyle acılar yaşamasın.