SEÇİMLERE artık bir hafta kaldı. Ekonomi yönetimi bu seçim sürecini kazasız belasız atlattı sayılır.
Bağımlı, bağımsız tüm kamu kurumları kendilerinden istenenleri yaptılar ve bu süreçte hükümete yardımcı oldular. Çay fiyatları gibi “seçim ekonomisi uygulanmıyor” dedirten olumlu kararlar gördük. Ancak buna karşılık gerekli kararların geciktirilmesini, yükün ileriye taşınmasını, sözleşmeli personele kadro gibi sonuçları ileride alınacak olumsuz kararları yaşadık. Ancak seçim süreçlerinde hesapsız çok harcama ve karar görmüş bir gazeteci olarak, “seçim ekonomisi uygulandı” diyebilecek ciddi örneklere de rastlamadık. Bu sürecin kazasız belasız atlatılmasında en önemli nedenlerden biri de bütçenin performansı idi. Bir yandan alınması gereken kararlar alınmayarak piyasadaki bolluk korunurken, öte yandan da ithalat vergilerinin büyük katkısıyla bütçe gelirlerinde sıkıntı görülmedi. Tabii ki büyümenin yüksek sürmesine izin vermek, ekonomideki aşırı ısınmayı göz ardı etmek, bunu önlemek için alınacak kararları ertelemek, bu dönemin rahat geçmesinde çok önemli faktördü. Ancak şimdi yeni bir döneme giriyoruz. Ekonomi yönetimi de artık ciddi kararlar alma zamanının geldiğini görüyor ve yeni dönemin hiç de kolay olmayacağını çok iyi biliyor. Her şeyden önce artık yılın ikinci yarısında frene biraz daha sıkı basmak, ekonomideki aşırı ısınmayı soğutmaya başlamak gerekecek. Bunun için alınacak önlemlerin dozu en önemli kararlardan biri olacak. GÖRÜLEN BASKICI EĞİLİM Bununla birlikte artık yılın ilk yarısındaki bahar havası da artık yerini daralmaya bırakacak ve bununla birlikte çatlak sesler çıkmaya başlayacak. Yapılacak zamlar, belki gerek görülecek vergi artışları, daralacak iç talep, kredi faiz oranlarının artması sürpriz olmayacak. Bunlarla birlikte artık eskisi kadar bütçe geliri elde edilemeyecek, dolayısıyla bütçedeki performans zayıflayacak. Buna karşılık vergi affı nedeniyle ilk aylarda biraz artı gelir gelecek ama bu kez de gelen artı gelirin harcamaya dönüşüp dönüşmeyeceği, çok önemli bir siyasi karar olarak önümüze çıkacak. Bu arada ekonomi yönetiminin önümüzdeki süreçte yeniden organize olmaya çalışacağını da görmemiz gerek. Gerçi artık neredeyse hepsi otoriteye tam biat eden bürokratlardan oluşuyor ama yine de, büyük değişiklikler yapılması halinde, bürokrasiden yapısı gereği dirençler gelebileceğini unutmamak gerek. Bence yeni dönemin en çarpıcı yönetimsel değişikliği 5-6 kurumun müsteşar ve başkanlarından oluşacak “Finansal İstikrar Kurulu” oluşturacak. Bu kurulun nasıl çalışacağı, kimin inisiyatifinde çalışacağı, ne tür karar yetkisi bulunacağı çok önemli. Yani Hazine Müsteşarı’nın başkanlığında Merkez Bankası, BDDK, SPK gibi kurumları koyarsanız, bu kurumların bağımsızlığını fiili olarak zaten elinden almışsınız demektir. Bu kurul piyasayı gözleyip, alınması gereken tedbirler birlikte saptanır, kuruldaki herkes de gider kurumuna o kararları aldırırsa, bunun adı bağımsız kurum, düzenleyici kurum olmaktan çıkar. Hazine, yani Hazine’nin bağlı olduğu Bakan tüm kurumları yönetir hale gelir. Çiller döneminde Merkez Bankası piyasaya göre bağımsız davrandı diye “faiz kurulu” oluşturuldu ve piyasa iyice karıştı. Burada da faizleri, kurları belli seviyelerde tutup, bunu yapmak için müeyyide uygulanırsa, zaten onun adı da piyasa ekonomisi olmaz. Küresel ekonominin gereklerinden söz edemezsiniz. Bu süreçte bankalara çatıldı, TÜSİAD’a yüklenildi, seçim malzemesi yapıldı. Seçim tahmini yapan işadamına açıkça sopa gösterildi... Zor dönemde bu siyasi anlayışın ekonomik kararlara iyice hakim olmasından, piyasa ekonomisini bozar hale gelmesinden, ekonomiyi sopayla yönetme eğiliminin iyice artmasından, açıkçası ben çok korkuyorum.