Kritik ekonomik süreçte hükümete olan güven

Ekonomide kritik bir küresel sürece girildiğini, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ekonomik istikrarı sağlamakta zorlanacağını herkes kabul ediyor.

Haberin Devamı

Hem de başlayan bu sürecin en az 2 yıl süreceği de kesin gibi.
Her şeyden bağımsız olarak, gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışı olacak ve dış açığı fazla olan gelişmekte olan ülkeler diğerlerinden daha da olumsuz etkilenecek. Bu tanım tam anlamıyla Türkiye’nin koşullarına uyuyor.
Her şeyden bağımsız yaşanacak bu zorlu süreç, Türkiye’ye özgü koşullar nedeniyle daha da ağırlaşacak. Ekonomik zorlukların başında hükümetin faiz başta olmak üzere ekonomik dengelere müdahalesi ve Merkez Bankası’nın tam anlamıyla bağımsız ve teknik karar alamaması yatıyor. Küresel likiditedeki değişime bağlı Merkez’in gerekli kararları alabileceği konusunda, Türkiye’de yatırım yapan yabancı sermayenin ciddi endişesi var. Son Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı öncesi ve sonrasında bu kaygıyı bariz biçimde gördük.
Türkiye’nin yaşadığı iç ve dış siyasi gelişmeler de ekonomiyi tehdit ediyor. Bu tehditlerin başında da 2013 Mart ayında başlayıp, 1,5 yıl sürecek uzun seçim süreci geliyor. Bu sürecin küresel likiditedeki değişim dönemine denk gelmesi, siyasi otoritenin büyüme oranlarını artırma gayretini koruyacak olması, cari açık ve kur sorunlarına mali disiplin sorununu da ekleyebilir diye korkuluyor.
Gezi olayları ile başlayan iç siyasi gelişmelerin devam edeceği beklentisi, toplumsal gerilimi artıran önemli bir unsur oluyor. Türkiye’nin dış politikasında yaptığı hatalar, Suriye politikasında yaşadığı hayal kırıklığı, bölgedeki rolünü çok iddialı olduğu Filistin’de bile kaybetmesi ve Batı ile ciddi biçimde ters düşmesi, siyasetin yanında ekonominin önünde de ciddi tehdit oluşturuyor.
Hükümet buna son olarak, “vergi yoluyla siyasi olarak ters düştüğünü düşündüğü sermaye gruplarına baskıyı” da eklemiş bulunuyor. Daha önce iktidarının ilk yıllarında denediği bu yolu tekrar hayata geçirmesi, hem siyasi ortamı hem de ekonomiyi ciddi biçimde olumsuz etkilemeye aday bulunuyor.

SERMAYE TEPKİLİ

Ali Koç
dün Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Ford Otosan’ın Ar-Ge merkezini açarken yaptığı konuşmada, Türkiye ekonomisinin yüzde 9’unu, ihracatının yüzde 10’unu, vergi gelirlerinin yüzde 9,4’ünü teşkil eden Koç Topluluğu’nun Türkiye’nin özel sektör Ar-Ge harcamasındaki payının yüzde 10’u olduğunu anlatmış. Ali Koç, “Türkiye’nin ekonomisinin gelişmesi, refahı, bölgesinin lideri olması ve dünyadaki global ekonomisinin önemli bir oyuncu olmasının dışında bir hedefimiz ve arzumuzun olması söz konusu değildir” demiş.
Ali Koç’un bu sözleri, hükümetin polis nezaretiyle grup şirketlerine başlattığı vergi soruşturmaları için ettiğini, yine herkes biliyor.
Anadolu ve muhafazakar sermayenin temsilcisi sayılan Mustafa Boydak’ın bu hareket üzerine yaptığı eleştirileri dün iletmiştik. Bu tepki sadece Boydak’ta değil, göbekten iktidara bağlı olmayan, tüm sermaye kesiminde hakim gibi.
Maliye Bakanı, Enerji Bakanı, bu incelemelerin rutin incelemeler olduğunu, farklı bir cezalandırma incelemesi olmadığını söylemiş ama kimse inanmıyor.
Bakanlar, rutin inceleme açıklamalarına, kendi yakınlarının bile inanmadığını da iy biliyorlar. Zaten partiden gelen tepkiler bunun kasıtlı olduğunu gösteriyor. Yabancılar ise daha önceki denemede pek inanmak istememişlerdi ama bu kez kasıtlı bir vergi incelemesi olduğunun farkındalar ve bir türlü anlayamıyorlar. Kritik küresel süreçte girişilen bu operasyon, Hükümet ve bakanlara olan güvenin bu kadar kaybettirilmesi, pek akıllı işi değil ama...

Yazarın Tüm Yazıları