Kamu bankalarının özelleşmesi gecikiyor

2000 yılında uygulamaya giren ekonomik programın temel ayaklarından biri bankacılık reformuydu.

Bu reformun da bir bütün olabilmesi, yani istenen sonuçların tam olarak alınabilmesi için hem özel sektör bankalarının yeniden yapılanması, hem kamu bankalarının özelleştirilmeleri gerekiyordu. Yani bankacılık sektörü bir bütün olarak ele alınıyordu.

Ancak şimdiye kadar daha çok özel sektör bankalarının yeniden yapılandırılması üzerinde duruldu. Özel sektör bankalarının yeniden yapılandırılması sürecinde epey yol alındı ama bu sürecin hálá devam ettiğini söyleyebiliriz. Son olarak Yapı Kredi Bankası’nın Koç-UniCredit ortaklığına satılmasıyla bir önemli adım atıldı. Sırada küçük bankaların birleşmesi ya da daha büyük bankalar tarafından satın alınması, yabancılarla ortaklıkların devam etmesi ve daha büyük ölçekli bankaların ortaya çıkıp, sektördeki payların yeniden belirlenmesi süreci var. En azından bir kaç yıl daha özel sektör bankacılığında konsolidasyon süreci edecek.

Reformun diğer ayağı olan kamu bankalarında 2000 yılında bu yana ne yapıldı derseniz, maalesef özel sektör bankacılığındaki kadar yol alınamadığını açıkca görüyoruz.

Burada neden yol alınamadığına bakacak olursak karşımıza, yine, ‘siyasi otoritenin kamu bankalarının özelleştirilmesi konusunda gerekli kararlılığı göstermemesi’ çıkıyor. Bunun nedeni de, daha önceki hükümetler döneminde olduğu gibi AKP Hükümeti’nin de kamu bankalarını gerek gördüğünde kullanabilme, bunları siyasi olarak yedekte tutma eğilimi ağır basıyor diyebiliriz. Bu bankalara üç ayda bir rapor verme zorunluluğu getirilmiş olsa da, bu raporları BDDK’nın denetlediği, BDDK yönetiminin de siyasi etkilerden uzak olmadığını gözönüne alırsanız, bu denetimin ne kadar sağlıklı olduğu da ortaya çıkar.

Halbuki 2000’de yaşanan krizde tümüyle bankacılık sektöründeki zaafların büyük etkisi vardı ama bunun içinde kamu bankalarının payı büyüktü. ‘Batan bankalar şu kadar para yuttu’ denirken, paraların büyük bölümünün, daha önce siyasi kararlarla oluşan görev zararları nedeniyle zararları büyüyen kamu bankalarına aktarıldığı unutuldu. Yani kara deliklerin büyüğü kamu bankaları ve bunları kullanma yetkisini elinde tutan siyasiler nedeniyle doğdu.

Şu anda kamu bankaları kárlı gözüküyor ama bunun fazla fazla aktarılan hazine kağıtlarından kaynaklandığı unutulmasın. Yani kárlılık iyi yönetilmekten değil, halkın cebinden ödenen maliyetlerin bir sonucu. Kaldı ki, sistem aynı kaldığı sürece, şimdi olmasa bile, bu bankaların yeniden zarar etme, halkın parasını kötüye kullanma riskinin sürdüğü unutulmasın.

KENDİLERİ ÖZELLEŞTİREMEZ

Bu nedenle kamu bankalarının bir an önce özelleştirilmesi, bu bankaların siyasi otoritenin kullanımından alınması gerekiyor. Ki; ileriye dönük yeniden kriz doğurma riski olmasın. Peki, bu gerçekler ortada iken ne yapıldı derseniz, bu konuda alınan yol oldukça küçük.

Somut olarak bir tek Vakıfbank’ın geçen ayki halka arzı var. Başka da somut bir adım yok...

2005 Nisan ayında imzalanan niyet mektubunda yazılı olan, ‘kamu bankalarına özgü imtiyaz ve yükümlülüklerin kaldırılması planı’ hálá yürürlüğe sokulmadı. Şimdi 2006 Haziran’ına bu işin ertelendiği söyleniyor. Her bir banka için özel olarak hazırlanan özelleştime stratejileri geçtiğimiz haziran ayında kabul edilip. IMF onayına sunulacaktı. Bununla ilgili raporların hazırlandığını ama IMF’nin bu planları kabul etmediğini biliyoruz. Yeniden bir plan hazırlandı ve bildiğimiz kadarıyla IMF’ye de sunulan yeni plan kabul görmüş gözüküyor.

Bizce IMF’nin basiretsiz davrandığı konulardan birini de kamu bankaları oluşturuyor. Yeni niyet mektubunda yer alan ‘Ziraat ve Halk Bankası yönetimlerinin, yeniden yapılandırma ve özelleştirme planlarının uygulanmasında yetkili ve sorumlu kılınması’ bunun en önemli kanıtı. Hangi kamu kuruluşu kendi yönetimince özelleştirilebildi ki? Hükümet gerçekten ciddiyse kamu bankaları özelleştirmelerini hızlandırmalı. Aksi halde ‘yeni bir seçim döneminde kullanılmış kamu bankaları’yla karşı karşıya kalacağız.
Yazarın Tüm Yazıları