Paylaş
Raporda geçmişteki deneyim genel olarak başarılı olarak görülürken, Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkıp, yüksek gelirli ülkeler sınıfına girmesi için yapılması gerekenler de sıralanıyor. Bir başka deyişle Türkiye’nin bir süredir içine girdiği ekonomik tıkanmayı aşıp, sorun çıkarmayan yüksek oranlı büyüme oranlarına ulaşması için gerekenler, genel hatlarıyla da olsa, belirtiliyor.
Türkiye’nin yüksek gelirli bir ülke olmanın kurumsal ön koşullarını oluşturamadığı belirtilen raporda, küresel ekonomik krizden bu yana reform ivmesinin yavaşladığına, Avrupa Birliği reform çabasının kayda değer biçimde yavaşladığına dikkat çekiliyor. Siyasi gerilimlerin ekonominin yönetim kurumlarına yayıldığı, bu durumun, örneğin düzenleyici kurumların bağımsızlığı ile ilgili soru işaretleri doğurduğu kaydediliyor. Küresel kriz sonrası çok miktarda ucuz para girişi olmasının Türkiye’nin rekabet gücünün zayıflamasının görülmesine engel olduğu belirtilirken, “yapısal değişimin (2001 reformları kastediliyor) kazanımları yavaş yavaş kaybedildiği için, şirket düzeyinde üretkenlik artışlarına dayalı bir büyüme modeline ihtiyaç duyulmaktadır” denildi.
“Düşen faiz ödemelerinden kaynaklanan mali getirilerin neredeyse tükenmek üzere olduğu”nun altı çizilen raporda, kamu hizmetlerinin kalitesinde daha fazla iyileştirme yapabilmek için verimlilik üzerinde daha fazla durulması istendi. Raporda, ”başka bir husus” denilerek şu kritik saptamaya yer verildi:
“Yeni orta sınıfın beklentilerinin karşılanabilmesi ve aynı zamanda geleneksel kentsel entelektüel ve iş elitlerinin kaynaklarından ve deneyimlerinden yararlanabilmesi için, Türkiye’nin iç kutuplaşmayı aşması gerekliliğidir. Rekabetçi piyasalar, siyasi ve sivil özgürlükler ve iyileştirilmiş ekonomik yönetişim üzerinde yenilenmiş siyasi bir uzlaşı, Türkiye’nin kurumlarını konsolide etmesine ve bu şekilde yüksek gelire geçişin temellerini atmasına yardımcı olacaktır.”
HÜKÜMETİN BUNU YAPMASI ÇOK ZOR
Hem ekonomideki tıkanmanın, hem de Paris’teki katliamın gündemde olduğu bugünlerde Dünya Bankası’nın bu saptamaları ayrı bir önem kazanıyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Paris’teki törene katılması ve ardından dün Almanya Şansölyesi Merkel ile ortak basın toplantısında söyledikleri “Biz Avrupalıyız” vurgusu, ekonominin geleceği açısından da çok önemli bir tavırdı.
Ancak hükümetin, “Sanki zorlandığı için böyle bir söylem değişikliğine girdiği”ne, aslında olaya hala ideolojik ve dini açıdan yaklaştığına, en azından iç politikaya dönük böyle bir görünüm verdiğine ilişkin ipuçları da yok değil... Örneğin Paris’teki katliamın hemen ardından haber kanallarına, belli ki kendini davet ettirerek, çıkan bir bakanın “Müslümanlara karşı bir tezgah” tezini işleyip, birkaç gün sonra aynı kanallarda “Terörü ‘ama’sız kınamalıyız” demesi, politika değişikliğini gösteriyordu. Başbakanın törenin ardından büyükelçilikteki basın toplantısında, hala ideolojik yaklaşım içinde olduğunu da TV’lerden izledik.
Özetle; hükümetin uluslararası ilişkilerdeki politika değişikliği, hatta çözüm süreci, ekonomik tıkanmanın da etkisiyle, “mecburen atılan adımlar” olarak görülebilir. Pragmatik adımların tüm bu tıkanıklıkları aşmak için artık yeterli olup olmayacağını göreceğiz.
Ancak yumuşamanın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini tahmin ederken, kutuplaşmayı seven “asıl karar mekanizması” gözardı edilmemeli.
Paylaş