BU hafta sonunda Washington’da yapılacak G-20 ülkeleri liderler zirvesi, elbette tüm dünya için önemli bir zirve ama Türkiye için artık çok daha önemli hale geldi. Çünkü iç piyasaların tüm umudu G-20 zirvesinden gelecek iyi haberlere bağlanmış durumda.
İyi haber nedir derseniz, "yüklü bir dış kaynak haberidir" diye özetleyebilirim.
Çünkü Türkiye ekonomisinin acil ihtiyacı yüklü miktarda bir dış kaynağın temin edilmesi. Hesap basit; 50 milyar dolara yaklaşan cari açık, bir o kadar dışborç geri ödemesi var ve özelleştirme dahil, eski döviz yaratacak kaynaklar, kısa vadeli sermaye bile kurudu.
Bırakın cari işlemleri açığının finansmanını, yılın ilk 6 ayı içerisinde dışarıya ödenecek borçlar için bile, en azından 30-40 milyar dolarlık dövize ihtiyaç var. Bu döviz temin edilemediği sürece, makro dengelerin istikrarlı biçimde sürdürülmesi mümkün değil. Bunun için döviz tevdiat hesabı birikimlerinin veya döviz rezervinin kullanımı da mümkün değil. Bu kaynaklara başvurduğunuz zaman zaten iş rayından çıkmış oluyor.
Peki, bu kadar kaynak nereden bulunur derseniz, ya bir köprü kredi biçiminde kredi hattı temin edeceksiniz, ya da orta vadeli borç alacaksınız. Kredi hattı için FED’den medet umulduğunu biliyoruz ama bence o kadar kolay değil. Bunun yanı sıra Arap ülkelerinden bazı kredi hatları oluşturulabileceği söylenmeye başladı ama ben yatırım iştahının bu kadar kısıtlı olduğu bir dönemde, böyle bir hattın temin edilmesinin de çok zor olduğunu düşünüyorum.
Yine en makul çözüm yolu IMF ile kaynağa dayalı yeni bir stand-by anlaşması yapmak. Bu anlaşma çerçevesinde en azından 20-25 milyar dolarlık taze bir kaynağın temini, yanı sıra önümüzdeki 1-1.5 yıl içinde vadesi gelen IMF geri ödemelerinin ertelenmesi konuşuluyor.
Sadece IMF ile anlaşma yapıp, bu kaynak kolaylığını almak yeter mi derseniz, bence sorunu tümüyle çözmez. Ancak birkaç aylık bir rahatlık sağlayıp, piyasaların moralini biraz düzeltebilir. Ardından program uygulamalarının ihtiyaçları ne kadar karşılayacağına bakıp, yeni dizaynlara gidilmesi gerekir. Bu kaynağın nerede kullanılacağı, sürecin iyi yönetilip yönetilmeyeceği ve tabi ki hala netleşmeyen küresel krizin alacağı şekil yakından takip edilip, "devamlı bir önlem süreci"ne girilmesi gerekir.
BU ANLAYIŞLA
Bunun için de, her şeyden önce çok iyi ekonomi yönetimi gerekir...
Böyle bir yönetim var mı derseniz, maalesef yok. Zaten, yönetime duyulmayan güven de telaşı artırıyor, piyasaları daha da bozuyor ve önlem gereği daha da acilleşiyor.
Bir hatırlayalım... Bundan 2-2,5 yıl önce eski programın bittiğini, yeni bir ekonomik vizyon gerektiğini, mikro tedbirlerin de içinde olacağı bir yeni programla, Türkiye’nin yüksek ve istikrarlı büyümesini devamlı kılacak taze kana ihtiyaç olduğunu söyledik. Hükümet bunlara kulak asmadı, bütün yoğunluğunu siyasi çatışmalara verdi ve son 2.5 yıldır önemli bir ekonomik tedbir alınmadı. Bu geçti, 2008 Mayıs ayı yaklaşırken, küresel krizin etkilerinin bizi de döveceğini görüp "Hiç olmazsa ihtiyati stand-by anlaşmasıyla IMF çıpasını koruyup, AB çıpasına iyice sarılın" dedik, Hükümet bu talepleri de dikkate almadı.
Mayıs ayı IMF anlaşması bitti, krizin etkileri somutlaşmaya başladı, "hemen anlaşma yapın; kaynak da olsun" dedik, şimdiye kadar hiçbiri gerçekleşmedi..
Geldik kasım ayına... Misyonunu tamamlayacağı sanılan IMF’nin kapısına 10 ülke dayandı, anlaşma istiyor. Bunların bir kısmıyla anlaşma yapıldı, diğerleri sırada. Yani IMF’nin "tek başarı hikayesi" olan Türkiye, şu anda müzakere edilen listede bile değil.
Gelinen aşamada küresel krizin hala netleşmediği görülüyor, ABD’den bir hatta iki büyük dalganın gelebileceği bile söyleniyor, Avrupa’nın durumu giderek kötüleşiyor...
Özetle, G-20’den de bir şey çıkmazsa, bu ekonomi yönetimi ile geleceğimiz pek parlak değil.