BİR süredir dikkat çekmeye çalıştığımız enflasyon tehlikesinin giderek yaklaştığı gözleniyor.
Dün açıklanan ekim ayı TÜFE artışı, beklentilerin üzerinde, yüzde 1.83 gelirken, yıllık enflasyon yüzde 9.2’den 8.6’ya düştü. Son aylarda olduğu gibi ekim ayında da, yine gıda enflasyonu başı çekerken, yüzde 1.83’lük artışın 1.25’i gıda fiyatlarındaki artıştan kaynaklandı. Diğer mal grupları fiyatlarında düşüş yaşanırken gıda fiyatlarındaki bu artış, bir yandan umut veren bir gelişme olarak görülebilir. Gıda enflasyonu önlendiği zaman enflasyonda sorun kalmayacağı söylenebilir. Ancak öte yandan da hem dünyada hem bizde gıda fiyatları yükselmeye devam ediyor, artı olarak bizde yapısal olarak gıda fiyatlarını oluşturan sorunlar da çözülebilmiş değil. Bu yüksek aylık orana rağmen yıllık enflasyonun düşmesinin en önemli nedeni ise geçen yıl ekim ayında, ÖTV indiriminin bitmesi nedeniyle oluşan yüksek fiyat artışları, yani baz etkisi idi. Geçen yıl ekim ayı enflasyonu çok yüksek olduğu için, yüksek fiyat artışına rağmen yıllık bazda enflasyon düşmüş oldu. Geçen yıl kasım ayında TÜFE bazındaki artış yüzde 1.27 iken, aralıkta yüzde 0.53 olarak gerçekleşmişti. 2009 sonu enflasyonu TÜFE bazında yüzde 6.53 idi. Bu tabloya bakıldığında bundan sonra enflasyonda işin hiç de kolay olmadığı görülüyor. Gıda fiyatlarındaki artış devam ettiği takdirde, bir de zor kış şartları eklenirse, enflasyonda bu yıl yeniden çift haneyi görmemiz sürpriz olmamalı. Çekirdek enflasyon düşüyor ama henüz iç talepteki canlılığın, gıda dışında, fiyatlara yansımadığını unutmayalım. Ayrıca kurlardaki mevcut düşük seyrin enflasyonist süreci engellediği de kesin. Yani TL gerçek seviyelerine geldiği takdirde - ki eninde sonunda gelecek - enflasyonda ciddi artış yaşanması kaçınılmaz. Dolayısıyla bu yıl olmasa da önümüzdeki yıl çift haneli enflasyonu görebiliriz. Yaşanan küresel krizin etkisiyle piyasalara güvenin azaldığı, kaygıların arttığı bir ortamda, geçen hafta sonunda Paris’te ilginç bir toplantı vardı. Paris Borsası’nda, NYSE Eurotext sponsorluğunda düzenlenen Chief Responsability Officer (CRO - Sosyal Sorumluluk Yöneticileri) Zirvesi’nde kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirliği tartışıldı. Dell, SAP, HP, Ingersoll Rand gibi şirketlerin hesap verebilirlik ve sürdürülebilirlik alanındaki üst düzey yöneticilerinin katılımıyla gerçekleştirilen toplantıda şirketlerin sosyal sorumluluk programlarının şirket değeri ve yönetim kalitesi üzerindeki etkileri tartışıldı. Alman yazılım şirketi SAP’nin Kıdemli Başkan Yardımcısı Prof. Martin Hill, sosyal sorumluluk işinin ekonomik kazanç boyutu olmadan anlamlı olmayacağını ve sürdürülemeyeceğini ifade ederek, her sosyal sorumluluk projesinin daha yalın, daha tasarruflu, daha çevreci ve sürdürülebilir bir iş modeli tasarlaması gerektiğini vurguladı. Türkiye’den tek çağrılı ise Anadolu Grubu’nun iştiraki Coca-Cola İçecek idi. Asıl iş alanında yaratılan dışsallıkları gözardı ederek sorumlu şirket olmanın mümkün olmadığını ifade eden Coca -Cola İçecek yöneticisi Atilla Yerlikaya, genel kabulun aksine, dünyada tatlı su kaynakları açısından çok da şanslı olmayan Türkiye ve Ortadoğu’da, öncelikli konu olarak su kullanımını azaltmayı hedeflediklerini ve bugün Türkiye’nin, Coca-Cola’nın faaliyet gösterdiği ikiyüze yakın ülkede ve binlerce fabrika arasında, su ve enerji kullanım performansı açısından en ileri operasyon olduğunu anlattı. Bizde, sosyal sorumluluk sadece hayır işi ve toplumsal proje olarak algılanıyor. Halbuki Avrupa ve Amerika sosyal stratejistleri şeffaflık ve hesap verilebilirliğin, sosyal sorumluluk felsefesinin odağında olduğu görüşünü savunuyorlar. Gördüğünüz gibi; daha gidecek o kadar çok yolumuz var ki...