GEÇTİĞİMİZ hafta açıklanan mart ayı enflasyon verileri ile birlikte büyüme ve enflasyon tartışması yeniden alevlendi. Devlet Bakanı Kemal Derviş'in konuyla ilgili yaptığı açıklamalar, ardından İstanbul'da yapılan Dünya Bankası destekli reel sektör-mali kesim toplantıları bu tartışmaları iyice alevlendirdi.
Şu kadarını söyleyelim ki; bu tartışma daha bitmez. Derviş ve ekonomi yönetimi, enflasyon-büyüme dengesinde ağırlıklarını enflasyon yönünde koyuyorlar. Aslında yönetimdekilerin çoğu, özellikle de Bakan Derviş, şimdiye kadar hep büyümeci olmuş, kariyerini buna göre yapmış kişiler ama mecburen tercihleri bu.
İstanbul Yaklaşımı, bankalara sermaye katkısı gündeme geldikçe, enflasyon ile üretim ve kapasite kullanım oranları açıklandıkça, bu tartışmalar hep alevlenecek.
Kısacası; büyüme-enflasyon dengesi, bu yıl ekonominin en çok tartışılan konusu olmaya aday. Bu konu sadece ekonomik değil ister istemez politik atışmalara da neden oluyor. İktidardakiler, bir yandan muhalefetin ‘‘Bunlar ekonomiyi küçülttü’’ yönündeki saldırıları savuşturmaya çalışırlarken, bir yandan da ekonomi yönetimini ‘‘Hadi büyüyelim’’ diye sıkıştırıyorlar. İktidardakilerin bu ikilemi bizce önümüzdeki dönemde de devam edecek. Bazı bankacılar ve işadamları ise haklı-haksız, iktidardakileri dolduruyorlar. Özellikle bazı bankacılar, liderleri ve başbakan yardımcılarını ‘‘Bağımsız kurullar iş yapmıyor’’,‘‘Büyümezsek oy kaybedersiniz’’ veya ‘‘BDDK bizi sıkıştırdığı için şirketlerden kredilerimizi geri istemek zorunda kalacağız, o zaman da işsizlik artacak, küçülme devam edecek’’ diye dolduruyorlar.
Muhalefetteki parti liderleri ise, sanki kendileri yaşamamış, tablonun oluşumunda büyük katkıları yokmuş gibi, ‘‘İşsizliği artırdılar’’ söylemlerine devam edecekler.
Peki ne yapılmalı mı? Ekonomi yönetiminin yaptığı enflasyon tercihi doğru mu?
Bizce doğru... Ancak vur denildiği zaman öldürülmemesi de gerekiyor. Yani enflasyonla mücadeleye devam ama yüzde 3'lük büyüme de tutturulmalı.
Peki bu mümkün mü? Bizce, tartışmalar bu noktada yoğunlaşmalı. İşin bu yönünü tartışan iktisatçılar yok değil ama daha fazla ağırlık verilmeli, çözüm aranmalı.
Örneğin İstanbul'da depreme hazırlık için oluşturulacak projeleri biraz hızlandırıp, belki kaynağın bir bölümünü ucuz ve çok uzun vadeli, çok sayıda ev sahibi vatandaşın kullanabileceği, belki kiracı ile evsahibi ilişkisini de gözeten bir proje haline getirmek gerekiyor. Yani, İstanbul'un depreme karşı onarımı, bu yıl inşaat sezonu kaçırılmadan, aynı zamanda büyüme için bir fırsat haline getirilebilir.
İstanbul Yaklaşımı ve aktif yönetim şirketi için de aynı şey geçerli. İstanbul Yaklaşımı'nın hemen devreye girmesi isteniyor ama bizce bu çok çabuk olabilecek bir şey değil. Bankalara sermaye katkısına ilişkin esasları iyice netleştirmeden, biraz zorlama olsa dahi, bankaların bu işe gireceklerini sanmıyorum.
Aslında duyuyoruz; bazı likidite sıkışıklığı yaşayan büyük gruplara bankalar kendi aralarında anlaşıp, kredilerinde rahatlama sağlamaya başlamışlar. Örneğin bir büyük inşaat şirketine, üç büyük banka 7 yıl geri ödemesiz 20 yıl vadeli kredi açarak, vadesi gelen kredileri çok uzun vadeye yaymış. Böylece karşılık ayıracakları kredilere bankalar en azından 7 yıl karşılık ayırmaktan da kurtulmuşlar. Yani bu iş bir başlasa işleyecek, çünkü bankaların da işine geliyor.
Bu arada kamu bankalarının kredileri artık açmaya başlayacakları da anlaşılıyor.
Yani; biraz daha dişi sıkmak gerekiyor. Sıkılacak diş kalmadığını düşünen çok ama hazır bir fırsat yakalandı, 2-3 ay sonra turizm sezonu başlıyor. Deprem projesi işe katılıp yazın inşaatta canlanma da sağlanabilir, ardından eylülde normal büyüme dönemi gelip, yüzde 3'lük büyüme gerçekleştirilebilir...