Yahya Kemal'in o meşhur sözü Gökçek'ten sonra anlam buldu

Şu sıralar leylekler mi beni, yoksa ben mi leylekleri havada görüyorum bilemiyorum, ama iş için sık sık seyahat ediyorum.

Kimi zaman gündüz saatleri, kimi zaman da gecenin ilerleyen vakitleri havalimanından evime ya da gazeteye kadar, şehri bir baştan öbür başa kat ediyorum. Son yıllarda, özellikle de İstanbul dönüşlerimde içimi tarifsiz bir hüzün kaplıyor. Hele gece dönüşlerimde karamsar bir ruh haline bürünüyorum. Cadde ve sokakların terk edilmişçesine insanlardan arınmış hali, binaların renk paletinden yoksun görüntüleri, sokak lambalarının karanlığa deva olamayan yetersizliği ve mağazaların yeterince albenisi olmayan vitrinleri insanın üzerine kasvet çöktürüyor. O anda İstanbul’un Cadde ve sokaklarını gözümün önüne getiriyorum ve iki şehir arasındaki yaşam standardının ne kadar farklı olduğunu düşünüyorum.
Sık sık Yahya Kemal’in Türk siyasetine ve edebiyatına geçen o ünlü sözleri aklıma geliyor. Ankara’nın en çok neyini seversiniz? Cevap: İstanbul’a dönüşünü. Tamam arada kültürel birikim farkı var, deniz faktörü var, ama en basitinden Etiler semti, Bağdat Caddesi denizi hiç görmüyor ki! Peki her geçen gün iki şehir arasındaki makas neden açılıyor?
NE OLDU DA 1960’LI  YILLARI BİLE MUMLA ARAR OLDUK
Çok değil, bundan 10, bilemediniz 15 yıl öncesine kadar Ankara sosyal yaşamı daha canlıydı. Atatürk Bulvarı, Tunalı Hilmi caddesi, Ulus Meydanı ve şehrin daha birçok sosyal alanı günün her saati insanların akınına uğrardı. Daha önce de yazmış ve 1960’lı yılların başında fotoğraf sanatçısı Sami Güner’in çektiği bir fotoğraftan yola çıkarak Kızılay Meydanındaki görüntüyü anlatmıştım. Fotoğrafın sol tarafında meşhur Gökdelen, sağ tarafında ise üç katlı tarihi Kızılay Binası görünüyordu. Gökdelen’le karşı köşeleri tutan şimdiki Soysal Han’ın yerinde ise inşaat çalışması vardı. Giriş katında Atatürk’le özdeşleşen Karpiç Restoran’ın yerini dolduran ünlü Süreyya Restoran’ı da barındıran Soysal Apartmanı yıkılmış, yerine bugünkü Soysal Han inşa edilmeye başlamıştı. Diğer bir köşe de ise Güvenpark.
Parkta, bu binaların önünde ve Çankaya’ya doğru uzanan Atatürk Bulvarı’nda, o günlerin şartlarında modern ve temiz giyimli insan yürüyordu. Fotoğraf karesine ne bir işportacı, ne de dilenci girmişti. Yolun orta refüjündeki sıralı ağaçlar ise sanıyorum kestane ağaçlarından oluşuyordu. Dallarındaki kuşlar ve kaldırım kenarlarını süsleyen çiçekler de kolayca görülüyordu. Daha sonra O resimden takribi 8 ya da 10 yıl sonra çekilen bir fotoğrafa gözüm takılıyordu. Bulvar üzerindeki Vakko, Talip, Mısırlı Triko gibi mağazalar ile Piknik Restoran, Büyük Sinema, Lufthansa, Pan American havayolu şirketleri, Hacı Bekir, Sağyaşar Plak, Meram, Flamingo, Penguen pastaneleri ve önünde gezinen aileler dikkatimi çekiyordu. Gece saatlerinde çekilen bu resimdeki saate bakıyorum ki, akreple yelkovan 23:30’u gösteriyordu.
MEŞHUR CADDE VE SOKAKLAR DERİN SESSİZLİĞE BÜRÜNDÜ
İyi hatırlayın, Gökdelen Ankara’nın, hatta Türkiye’nin en yüksek binası olarak nasıl da turistik bir misyon üstlenmişti! Seyir ve fotoğraf çekimi için bugün Atakule nasıl rağbet görüyorsa, o zamanlar da Gökdelen aynı ilgiye tabi tutuluyordu. Ayrıca, Başkentlilerin buluşma noktalarının başında gelirken, Selanik, Sakarya, İzmir caddesi gibi birçok arterin merkezinde değil miydi? Peki ne oldu da başta Kızılay olmak üzere Ankara’nın meşhur cadde ve sokakları yalnızlığa teslim oldu.
O IŞIK SELİNE KAYTISIZ KALMAK İMKANSIZ
Daha iki gün önce İstanbul’dan döndüm. Bağdat Caddesi, Nişantaşı, Ortaköy derken iki günde birçok yeri gezdim. Her yerde yılbaşı süsleri ve yollar ile mekanlar ışıl ışıl. İnsanlar mutlu bir yüz ifadesiyle kaldırımları ve yol üzerindeki mekanları doldurmuşlar. Bakıyorum saatler gece yarısını çoktan geçmiş ama cadde ve sokakların insan trafiği halen yoğun. Kızlı erkekli gençler, çocuklu aileler o ışıl ışıl renkli dünyada bir şeyler yapıyorlar. Sokak satıcısından aldığı simit ve mısırı yiyeni de var, lüks kafe-bar da  garsona sipariş ettiği içkisini yudumlayanı da. Zaten o ışık seline kayıtsız kalmak neredeyse imkansız. El arabası şeklindeki tezgahını süsleyen işportacı bile yaratılan bu ortamdan kendisine pay çıkarıyor.
KILINI BİLE  KIPIRDATMAMALARINA  ALIŞTIK
Sonra havanın karanlığa teslim olduğu saatlerde Ankara cadde ve sokaklarına ulaşıyorum. Dışkapı, Ulus, Sıhhiye, Kızılay, Çankaya derken Oran semtindeki evime doğru aracımla yol alıyorum. Kaldırımlarda tek tük yürüyen insanlar ve dibini bile aydınlatmaktan aciz sokak lambaları ile albenisi olmayan mağaza vitrinlerinden yansıyan spot ışıkları. Hadi yolları anladım da, işyerleri niye yılbaşı etkinliklerine bu kadar kayıtsız?
Melih Gökçek’in başını çektiği AKP’li belediyelerin yılbaşı için kılını bile kıpırdatmadığını burca yıldır anladık. Ne bir süsleme, ne bir ışık kümesi hak getire. Peki mağaza, kafe, restoran gibi işletmeler niye bu kadar kayıtsız kalıyor? İnsanları motive edip, kendine çekmek ve alışverişi körüklemek için yılbaşından daha iyi fırsat yokken, ilgisiz kalmaları niye? O zaman hiçbiri iş yok diye ağlamasın. Sen işletmene yatırım yapmayacaksın, ürününü satmak için etkinlik düzenlemeyeceksin, sonra da müşteri gelmesini bekleyeceksin. Adamın kendi işletmesine faydası yok ki, esnaf olarak birleşip cadde ve sokakları süslesin.
ÇAĞDAŞ OLANINDA BİLE GAYRET YOK
Bu arada İstanbul’da da Büyükşehir başta olmak üzere belediyelerin büyük çoğunluğu AKP’li ama görevlerinin gereğini yerine getiriyorlar. Yapmasalar bile CHP gibi diğer partilere mensup ilçe belediye başkanları kendi çapında çözümler getiriyor ve gerek halkın, gerekse esnafın yüzünü güldürüyor. Ama Ankara’da ne belediyeler, ne de esnafın büyük kısmı oralı bile olmuyor. Örneğin Çankaya Belediyesi CHP’li ve başında Bülent Tanık gibi çağdaş bir insan var, ama yılbaşı için en ufak gayret göremiyorum.
Tam bu satırları yazarken ekranıma bir haber düştü. Çankaya Belediyesi başkan Bülent Tanık önderliğinde Kızılay Bölgesini kurtarmak için “Yeni bir Kızılay Düşünüyorum” başlığı altında form düzenlemiş. Tanık, feryat figan Kızılay bölgesini kurtarma peşinde. Bölgenin giderek canlılığını yitirdiğini, çöküntü içine girdiğini filan söylüyor. Saygın mağazaların Kızılay’ı terk ettiğini, işyerlerinin niteliksiz ve küçük hale dönüştüğünü, kamu kuruluşlarının başka yerlere taşındığını da ilave ediyor. Acilen bir çare bulunması için de herkesi göreve çağırıyor.
TEBRİKLER ŞEHRİN RUHUNU YOK ETTİNİZ
Sayın Tanık’a söyleyeceğim tek söz şu olacak: “Lafla peynir gemisi yürümüyor”. Demin örneğini verdiğim ve öyle büyük paralara mal olmayan yılbaşı için bile kolları sıvamazsanız, bölge nasıl kurtulur? Bu arada Melih Gökçek’e de iki çift lafım olacak. İnsanların bu şehirde zevk alarak yaşaması için motive edici yatırımlara da ihtiyacı var. İstediğiniz kadar yol genişletin, kavşak yapın, köprü kurun; toplu taşıma yönelmediğiniz sürece trafiği rahatlatamazsınız. Üstelik otobana dönmüş yollarla şehrin ruhunu yok etmeyi başarırsınız. Ama yanıldığınız bir konu var ki, oy aldığınız kitlenin de morale ve çağdaş kent yaşamına çok ihtiyacı var.
BİN 100 ÇOCUK GUİNESS İÇİN ÇALIP SÖYLEYECEK
Hazır söz aktivitelerden açılmışken, uzun zamandan beri sizlere aktarmayı düşündüğüm ama bir türlü fırsat bulamadığım Çağlar Müzik Kursu’ndan bahsetmek istiyorum. 1990 yılında Alaeddin Çağlar tarafından kurulan ve Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren bu müzik okulu, Türkiye’de bir ilke imza atmaya hazırlanıyor. Guiness Rekorlar kitabına girmek için bin 100 kişilik çocuk korosunu Çankaya İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile beraber konsere hazırlıyor. Geçen Ekim ayında, bu rekor için 400 kişilik birinci sınav başvurusundan 280 çocuğu korosuna katarak da kolları sıvadı. Koraya katılmayı kaçırdım diyenler içinse bir haberim var. Önümüzdeki Ocak ve Şubat aylarında da seçmeler devam edecek ve hazırlıklar son sürat başlayacak. 23 Nisan günü ise koro sesini tüm dünyaya duyuracak.
550 ÇOCUK DAHA YOLDA
Aslında Çağlar Müzik Okulu bu rekorun alt yapısını 2004 yılında oluşturmaya başlamıştı. O tarihte kurulan Çocuk Senfoni Orkestrası konserler vermeye başlamıştı. Daha sonra gitar ve flüt topluluklarını da kurarak 2006 yılından itibaren geleneksel hale getirdiği yılbaşı konserlerinin startını vermişti. 2008-2009 sezonunda ise daha önce dünyada yapılmayan bir çalışmaya imza atılarak amatör küçük sanatçılar profesyonel orkestranın solistliğini yapmaya başlamıştı.
Bu arada hemen aktarayım, çocuk senfoni orkestrası 80 kişiden oluşuyor. Ayrıca çocuk senfoni orkestrasının alt yapısında 550 çocuk daha çocuk senfoni orkestrası için yetişiyor. 4 ile 6 yıl arasında eğitim alan çocuklar yapılan sınav sonucuna göre bu orkestrada yer alma şansını kazanıyorlar. 17 yaşına gelen çocuklar Çağlar Gençlik Senfoni orkestrasına giriyor. 21 yaş ve üzerin de ise Çağlar Senfoni Orkestrası sanatçısı oluyor.
Yazarın Tüm Yazıları