Büyükelçiliklerin üzerinde bulunduğu arazi, bağlı bulunduğu ülkenin toprakları sayılır. Bu da uluslararası anlaşmalarla garanti altına alınmıştır.
Örneğin Moskova ya da Paris’teki Türk Büyükelçiliği’nin bulunduğu bahçe ve bina ülke topraklarımız gibidir. Tıpkı ABD veya İngiltere’nin Ankara’da konuşlanmış elçilik binaları gibi. Bu mekanlar hem kendi iç güvenlik teşkilatlarınca, hem de bulundukları ülkenin emniyet birimleri tarafından sıkı sıkıya korunurlar ki, bu da olması gereken bir durumdur. Peki aynı koruma önlemleri o elçiliklerin hemen önünde yer alan cadde ve sokaklar için de geçerli midir? Güvenlik önlemi alıyoruz diye sokak ve caddelerin hem yayaya, hem de araç trafiğine kapatılması normal midir? Üstelik bina damında, elinde uzun namlulu silahlarla çevreyi süzen güvenlik güçleri, alışılabilecek bir görüntü müdür? Heleki bir de karşınıza çıkan bariyerler, geçişi engelleyen panzerler, minibüsler ve Amerikan arabaları varsa! Sakın olaki bir Hollywood filminden bahsettiğimi filan zannetmeyin. Size, semt sakinlerinin bile neredeyse pasaportla geçiş yapabildiği Ankara’nın girilemeyen bazı cadde ve sokaklarından söz edeceğim.
İSRAİLLİLER YOLU KESİYOR KOMŞULARI CANINDAN BEZİYOR
Başkentin en lüks semtlerinden biri sayılan Gaziosmanpaşa’nın Mahatma Gandhi Caddesi’ndeki İsrail Elçiliği ilk durağım. Kiralık bir binada faaliyetini sürdüren elçiliğin önündeki yol, bariyerlerle kapanmış durumda ki ne araçlar, ne de yayalar geçebiliyor. Araçla barikatın öteki tarafına ulaşmanız içinse gerisin geri dönüp, caddenin diğer ucundan girmeniz gerekiyor. Üstelik karşınıza çıkan engeller sadece çiçeklerle bezenmiş bariyerlerden oluşmuyor. Üniformalı Türk polisinin yanı sıra her hallerinden MOSSAD elemanı olduğu belli İsrailli görevliler de karşınıza dikiliyor. Silahlı ya da bombalı saldırıya karşı alınan önlemler gereği bunlar olurken, hiçbir yetkilimiz çıkıp da İsraillilere, “Elçilik binasını komşularınızı rahatsız etmeyecek daha güvenli bir bölgeye taşıyın” demiyor. Anladık elçilik arsası o ülkenin toprağıdır ama önünden geçen yollar o kentte yaşayan tüm vatandaşların ortak malıdır. Sonuçta halihazırda kiralık bir binada oturan İsrailliler pekala daha güvenli bir bölgede, komşularını rahatsız etmeyecek bir şekilde konsolosluk hizmetlerini sürdürebilirler.
İşte bu fiili işgal İsrail Elçiliğiyle komşu olma şanssızlığı yaşayan ev sahiplerini canından bezdirmiş olacak ki imza kampanyası başlattılar. Caddenin 83 ile 91 numaraları arasında oturan daire sahipleri, eksiksiz olarak imzaladığı dilekçeyi hem Emniyet Müdürlüğü’ne, hem de Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın ilgili birimine ulaştırdılar. İstekleri ise haklı nedenlere dayanıyordu ki özetle rahatsız oldukları konular şunlardı: “Caddenin iki başına dört adet beton blok konularak, 4199 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 14/1 maddesine aykırı bir uygulama yapılmaktadır. 85 numaradaki konsolosluk binasının önüne ve yol üzerine yaya kaldırımını da işgal edecek şekilde beton çiçeklik yapılmıştır. Bu uygulama da yasal değildir. Kanuna aykırı bu keyfi uygulamalara derhal son verilmelidir.”
PARİS’TE AMERİKA İŞGALİ DEVAM EDİYOR
Benzeri bir durum da Amerikan Elçiliği’nin bulunduğu Paris Caddesi’nde yaşanıyor. Hastanenin bile bulunduğu caddenin her iki girişinde de araç geçişini engelleyen güvenlik kapıları ve dev Amerikan otoları var. Park halindeki bu araçlar yolu o kadar daraltıyor ki, kaplumbağa hızıyla aracınızı sürmek zorunda kalıyorsunuz. Durmakla gitmek arasındaki süratinden istifadeyle de, Amerikalılara ait araçların içindeki ajan gözlüklü tipler, sizi baştan aşağıya süzüyor. Hatta bu göz hapsi elinde paket bulunan yayalar için daha ileri boyutlarda uygulanıyor. Şüpheli durumuna düşerseniz de resmi giyimli Türk polisi devreye giriyor ve Amerikalı meslektaşlarının gözetiminde kontrollerini gerçekleştiriyor. Başkentlilerin yaşadığı sıkıntı, sadece elçilik binalarıyla sınırlı değil. Başbakanlığın önündeki yol, bazı askeri binaların bulunduğu yerler aklıma ilk gelen örnekler. Sonuçta yaşadığımız kanunsuz uygulamalar beni fazla sinirlendirmiyor. Zira biz zaten yasaklarla bezenmiş cadde ve sokaklara alışığız. Korkum, bu duruma tepkisiz kaldığımız sürece bizden sonraki nesillerin de alışacak olması.
GÖKÇEK’İN SESSİZ KALMASININ SEBEBİ NE?
Geçen hafta Melih Gökçek ile mahkeme koridorlarına kadar uzunan “Villa” tartışmasını köşeme taşımıştım. Konunun peşini bırakmadığım için yüzlerce destek ve teşekkür iletisi aldım. Tabii Gökçek hakkında ‘şu konuyu da yazar mısınız?’ diyen talepler de. Ancak yazdıklarım hakkında Melih Bey’den ses seda yok. Aklıma Rusların ünlü bir atasözü geldi ki benim çok hoşuma gider. “Çok para sessizliği sever”... Biliyorsunuz, Asliye 5. Hukuk Mahkemesi’nin verdiği kararla altı bin lira kazandım, dört bin lira da ödeyeceğim. Acaba altı bin lira Sayın Gökçek’e çok mu geldi? Bu davayı açarken tüm Ankaralılara bir söz vermiştim. Tazminat davasını kazanırsam, alacağım parayı vatandaşın hizmetine sunacaktım. Daha açık bir ifadeyle bu parayı, villanın hükmiyetinden kurtulan park alanının tanzimi ve çitlerin yıkımı için kullanacaktım. Tek bir şartım vardı; o da Çankaya Belediyesi’nin parkın ismi konusunda benim dediğimi yapması..
PARKIN ADININ MELİHA OLMASINI ÇOK ARZULUYORUM
Parkın ismi ne mi olacak? Hemen aklınıza garip içerikteki bir tabela gelmesin. İsteğim, adının “ İ.Meliha Parkı” olması, hepsi o. İsme bakıp da sakın yanlış bir anlam çıkarmayın. “İ” benim ve ailemin soyadı olan İpekeşen’in baş harfi, “Meliha” ise rahmetli anamın adı. Yoksa Melih Gökçek’le uzaktan yakından bir ilgisi yok... Ama olmadı, kazandığım altı bin lira ile bunların yapılması zor. Bakalım dosyayı inceleyecek olan Yargıtay bu miktarın artmasını ve emsalden dolayı yediğim 4 bin liralık manevi tazminat parasının kalkmasını sağlayabilecek mi? Bir de Çankaya Belediyesi Melih Gökçek’in bile pes edip, terk etmek zorunda kaldığı parkı, Başkentlilere kazandırabilecek mi? Kafamda soru işaretleri var. Zira etrafı çit ve brandalarla kaplı park alanı için geriye sadece duvar yıkımı kaldı ki, Çankaya Belediyesi halen kılını kıpırdatmıyor.
BU UYGULAMALAR SERKAN’I BİLE BEZDİRMİŞ
Hürriyet Daily News gazetesinin Ankara Temsilcisi Serkan Demirtaş özüyle sözüyle çok güvendiğim ve enternasyonal gözlemlerine inandığım bir meslektaşımdır. Geçenlerde THY ve Anadolujet hakkında yazdığım yazılar konusunda yorumlarını yaptıktan sonra, “Türkiye’nin başkentinin tek havaalanına ilişkin en ciddi eleştirileri sen yapıyorsun. Bize reva gördükleri muameleleri az bile yazmışsın” diyerek başından geçen ilginç bir olayı anlattı. Noktasına, virgülüne dokunmadan size de aktarıyorum. “21 Mart günü sabah saatlerinde Ankara’dan Lufthansa Hava Yolları ile Frankfurt’a uçuşum vardı. İnlerin ve cinlerin top oynadığı devasa dış hatlar terminaline geldiğimde, yaklaşık 100 kişilik tek bir sırayla karşılaştım. Hangi uçuş için hangi kontuarda check-in işlemi yapıldığını gösteren tabloya baktığımda aynı saatlerde THY’nin de Duesseldorf uçuşu olduğunu gördüm ama bu tablo hangi uçuşun hangi kontuarda işlendiği bilgisine yer vermiyordu.
THY KURUMSAL DEĞERE VERDİĞİ ÖNEMİ YOLCUSUNA DA VERSE!
Önce sırada bekleyenlere sordum: Bazısı Duesseldorf bazısı Frankfurt için bekliyoruz deyince doğrudan bankodaki memurelerden birine sordum. Lufthansa Frankfurt uçuşunun başka bankodan yapıldığını söyledi ama etrafta başka açık banko yoktu. Ayrıca hiçbir bankoda da ne Lufthansa, ne Frankfurt uçuşu yazan bir bilgilendirme notu da yoktu. Danışma bölümüne gittim bu kez de. Orada uyuklamakta olan görevli kız, biraz düşündükten sonra “iki uçuş aynı anda aynı bankodan yapılıyor” yanıtını verdi. Aynı anda yabancı yolcularda dönüp dolanmaktan bıkmış şekilde danışma masasına gelince görevli kızın, yabancı dil bilmediği, dolayısıyla yolculara doğru bilgi aktaramadığını gördüm. Durum şu: THY ve Lufthansa’nın ayrı kentlere olan uçuşları toplam üç kişilik bir THY memur ekibi tarafından işleniyor. 150’şer yolcu olduğunu farz edersek, üç memur toplam 300 kişinin check-in işlemlerini yapıyor ve bagajlarını işliyor. Bu nedenle de dış hatlarda sabah sabah upuzun bir kuyruk oluşuyor. Sorun bu kadarla kalsa o da iyi. Saat 10.30 da kalkması gereken Frankfurt uçağı check-in sürecindeki gecikmelerle rötarlı havalanınca, Frankfurt’tan Berlin’e olan aktarmamı da kaçırmış oldum. Buradaki eleştirilerimin bir bölümü Havalimanı yönetimine, bir bölümü de THY’ye gidiyor. Bence her iki kurumun da bir an önce kendi sorumlulukları doğrultusunda Ankara yolcularına çağdaş bir hizmet vermeye dönük önlemleri almaları gerekli.” THY’nin kurumsal değere verdiği özeni, vatandaş odaklı hizmet ilkesi doğrultusunda da göstermesini beklemek, tıpkı Serkan gibi biz Türk vatandaşlarının da hakkı olduğunu düşünüyorum.