Paylaş
İşte bu hafta kadına uygulanan ilginç yasakları köşeme taşıyacağım. Bakalım bugün bile geçmişin özlemiyle yanıp tutuşanlar aşağıdaki satırlarda aktardığım trajikomik yasaklar için ne düşünecekler?Osmanlı toplumunda yasaklar, kadının toplumsal hayatını büyük ölçüde etkilerken, tepkilerin cılız kaldığı yadsınamaz bir gerçek. O dönemde kadının evde oturması gereken bir süs eşyası olduğu belgelerle saptanıyor. 1453’de İstanbul’un fethinden, l909 2. Abdülhamit devri sonlarına kadar, yani 456 yıl kadınların erkeklerle beraber kayığa binmeleri yasaklar listesinin başında yer alıyor. 25’inci Osmanlı Sultanı 3. Osman tahta çıkması ile birlikte bir ferman yayınlıyor. Padişahın sokağa çıktığı üç gün boyunca, kadınların süslenerek dışarı çıkması yasaklanıyor. l573 yılında kadınların kaymakçı dükkânlarına girmesine izin verilmiyor.
Osmanlı'da yasaklar ve kadın
Lale Devri’nde ise dar feracelerin giyilmesi men ediliyor. Ayrıca gösterişli uzun yakaların, yemenilerin, kurdelelerin kullanılmasına yasak getiriliyor. l725 yılında ise kadınların yemeni ile sokağa çıkmalarına izin verilmiyor. Süslü ve büyük başörtüsü kullanan kadınların, elbiselerinin yırtılacağı ve bu tür elbiseler diken terzilerin de sürüleceği fermanı veriliyor. l752’de kadınların sevgilileri ile buluşmalarını önlemek için, mesire yerlerine gitmeleri engelleniyor. l870 yılında açılan kız öğretmen okulunda, on yaşından büyük kızlara erkek öğretmenlerin ders vermesi yasaklanıyor.
Yıllar geçtikçe yasaklar şekil değiştiriyor, ama eksilmiyor. l5 Ağustos l88l yılında Levant Herald Gazetesi, halka açık yerlerde kadınların çarşafla dolaşmasının yasaklandığını açıklıyor. Kadınların Beyazıt, Aksaray, Şehzadebaşı gibi yerlerden araba ile geçmeleri de men ediliyor. Aynı yıllarda, kadınlara, laf atmak, işaret etmek ceza kanunun 202. maddesine göre suç sayılıyor. Bunun yanında da 2. Abdülhamit ferman yayınlıyor: Saray kadınları dışındakilerin ferace giymelerini yasaklanıyor.
Erkeklerle aynı kayığa binmeleri yasaktı
Osmanlı döneminde de şimdi olduğu gibi kadınların dövülmesine büyük tepki gösterilmiyor. Ancak o dönemde, yabancı basın, bu konuyu değişik şekillerde işliyor. Sultan 1. Mahmut, kadınların erkeklerle aynı kayığa binmelerini yasaklıyor. Sultan 3. Mustafa’da kadınların her ne şekilde olursa olsun, sokağa çıkmalarını men ediyor. Yavuz Selim’in Kanunnamesi’nde, kadınların su taşıdıkları yerlerde erkeklerin dolaşması yasaklanıyor.
İlerideki süreçte kadınların erkeklerle yan yana gelmesini önlemek için, tramvay, vapur ve şimendifer gibi araçlarda tahta bölmeler yapılıyor. Çoğu zaman ev ziyaretlerinde kadınlarla erkekler ayrı ayrı odalarda oturuyorlar. l900’lü yılların başında da, ulaşım araçlarında kadın ve erkek ayrımı uygulaması sürdürülüyor. Kadınların kocaları ile faytona binmeleri de men ediliyor. Yasak olmayan ve olan sokaklardan oluşan yasak mesire yerlerinin belirlendiği, bir şehir haritası yaratılıyor. Kadınların ne tür araçlarla, hangi yönde hareket edeceklerini belirleyen bir trafik kuralı hayata geçiriliyor.
Rüşveti veren kadınsa!
l914 yılında yayınlanan bir ferman ise, Türk kadınlarının ince kumaşlardan yapılmış çarşaf ve yeldirme ile dolaşmalarını yasaklıyor. Kadınların, şarkı söylemesi, tiyatroya gitmesi, ticaret ile uğraşması resmen olmasa da fiilen yasaklar kapsamına giriyor. Ayrıca kadınların toplu halde bazı yerlerde bulunmaları da yasaklanıyor. Rüşvet o dönemde de yasaklar içindeki yerini koruyor. Hele rüşvet veren kadın olursa suçun affı olmuyor.
Ve geliyoruz bu günlere. İletişim çağının getirdiği olanaklarla haklarını bir bir öğrenip, elde eden kadın halen yasaklarla boğuşuyor. Hatta zaman zaman kazanmış olduğu hakların geri alınmaması için mücadele ediyor. Bir yanda Osmanlı döneminin özlemiyle yanıp tutuşup, Ortaçağ kurallarına göre hareket tarzı benimseyen erkeklerin karşısına dikiliyor, diğer yandan da bu uğurda canını feda ediyor.
Yenidünya düzeninden nasibini almış Türk kadını toplumsal yaşamda ağırlığını hissettirdikçe bazı şeyler daha da güzelleşiyor. Yasaklarla örülü duvarlar bir bir yıkıldıkça da mutlu olan ve partnerini mutlu eden kadınlar yaşama renk katıyor. Ancak bir yandan da halen süren yasaklar zincirinden kurtulmanın yollarını arıyor.
Ektiklerini böyle mi biçmeliydi
Söz kadınlara yasaklardan açılmışken, farklı bir kadından ve birçoğunuzun yakından tanıdığına inandığım kişinin eşinden bahsedeyim. Az değil, acısıyla tatlısıyla tam 38 yıllık bir geçmişi paylaştık. Benim için her zaman kötü gün dostu ve güvenli liman oldu. Başımdan geçenleri, aklıma gelenleri paylaştığım nadir dostlarımdan biri de. Günlerce birbirimizi görmediğimiz, telefonla bile sesimizi duymadığımız süreçler oldu ama her karşılaştığımızda hoş sohbete kaldığımız yerden devam ettik.
Çok değil, bundan birkaç gün önce ortak dostlarımızdan gelen acı bir haber üzerine hemen yanına koştum. Az önce yıllardır aynı yastığa baş koyduğu eşini kaybetmenin verdiği elemle boş gözlerle etrafına bakıyordu. Çevresindekiler ise gözlerinden süzülen yaşları silmek için birbiriye yarışıyordu. O gün ve ertesi günler anladım ki çevresinde büyük bir sevgi çemberi kurmuş, ektiklerini biçiyor.
Sözü daha da uzatmadan kim olduğunu aktarayım; Ankara’daki tekstil sektörünün büyüyüp, gelişmesinde ve binlerce insana istihdam sağlamasında büyük rolü bulunan Canip Karakuş’tan bahsediyorum. Canip Bey, o gün, 62 yaşında kanserden hayata gözlerini kapayan eşi Asuman Hanım için gözyaşı döküyordu.
Önce insanlık sonra iş geldi
Sizler onu Ankara Hazır Giyim Sanayicileri Başkanı, ya da Karton, Tango giyimin sahibi olarak tanıyorsunuz. Ben ise onu ilk tanıdığımda mağaza vitrinleri tasarlayan başarılı bir dekoratördü. Hayat arkadaşı olarak seçtiği Asuman Hanım’la evliliği iş rotasını da değiştirdi ve tekstil ürünleri imalatına girdi. Gittikçe gelişti büyüdü ve Ankara’dan tüm ülkeye yayılan markalar yarattı. Yeme içme sektörüne yaptığı yatırımlar ise Çırağan Et Lokantası ile bu gün Ankara’da birçok şubesi olan Kanatçı’lar ile büyüdü.
İşte tüm bu markalar oluşurken, her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır formülü devreye girdi. Bir erkeği vezir de rezil de eden karısıdır derler ya, Asuman Hanım vezir edenlerden oldu. Canip Karakuş’un iş hayatında bu kadar başarılı olmasını sağlayan, sosyal yardımları aksatmadan sürdürmesini teşvik eden en önemli kişilik oldu. Canip Karakuş’un girişimci ruhu, Asuman Hanım’ın dengeli ekonomik vizyonuyla harmanlandı, sonuçta da binlerce insana ekmek kapısı olan yatırımlar gerçekleşti. İşte bu süreç zarfında Canip- Asuman Karakuş çifti önce insan, sonra iş insanı oldu. Her dara düşenin yardımına koştular, dostluklarını paraya feda etmediler.
İbrahim Tatlıses'ten büyük vefa
O kederli güne geri dönersek; Gerek Kocatepe Cami’nde, gerekse mezarlıkta iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık vardı. Bu kalabalığın içine serpilmiş onlarca ünlü isim de cabası... Aralarında kimler yoktu ki; Elinden düşürmediği bastonla zar zor yürüyen İbrahim Tatlıses, iki gün uykusuz kaldığı surat hatlarından belli Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, İstanbul’daki işini gücünü ve Fenerbahçe’deki yoğun görüşmeleri yarım bırakıp gelen Abdullah Kığılı say say bitmez…
Ayakta baston yardımıyla zor durabilen İbrahim Tatlıses ise ilk göze çarpandı. O hasta haliyle mezarlıkta çamurlara bata çıka defin yerine gelip, dostlarına son görevini yapıyordu. Ayrıca camiye, mezarlığa ve taziye evine gidip, gelen Bakanlarla rahatlıkla kabine toplantısı yapılabilirdi. Eski ve yeni valiler, bürokratlar ise sayamayacak kadar çoktu. Muhalefette kayıtsız kalmamıştı ki, iş çevresi ise tekstilin liderleri başta olmak üzere sel olup, akmıştı.
Çağlayan'a sevgi boşuna değil
Bu arada Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan için parantez açmak isterim. Ben de kendisini çok eski tanır ve dün neyse bugün de aynı kişilik yapısını muhafaza ettiği için çok severim. Doğal olarak da yakın dostlar listemde hep üstlerde tutarım. Sizler onu görevini layıkıyla yaptığını, çok çalıştığını ve Türkiye için o ülke seni, bu ülke benim koşuşturduğunu zaten biliyorsunuz ama insani reflekslerinin ne kadar mükemmel olduğunu sanıyorum yeterince bilmiyorsunuzdur.
Dostluk kavramı öne çıkınca tam iki gün boyunca uyumadan, yorulmadan kader arkadaşı Canip Karakuş’un hep yanında oldu. Onunla ağladı, onunla taziyeleri kabul etti, kısacası onunla aynı havayı soludu. Üstelik bunu resmi görevlerini ihmal etmeden gerçekleştirdi. Kâh, iki ülke arasında yapılacak önemli bir anlaşma için gelen Rus heyetini kabul edip, taziye evine geri döndü, Kâh bakanlıktaki imzalar için rüzgar gibi gidip, geldi. Sakinleştirici verilen Canip Karakuş dinlenirken bile koltuğa yığılmadı, uyumadı ve cenaze evinin konuklarıyla tek tek ilgilendi. O gün bir kez daha anladık ki, çevresini saran sevgi çemberi boşu boşuna oluşmamış.
Paylaş