Hazımsızlara rağmen Ankaralı kentine sahip çıkıyor mu?

Geçen hafta, Ankara’nın tarihiyle ilgili bir yazı kaleme alıp, küçük bir kasabayken Cumhuriyet’in ilanıyla beraber büyüdüğünü, üç bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunu aktarmıştım.

Pek çok medeniyeti bünyesinde barındırmış Ankara’yı Ankara yapan kişinin ise hiç kuşkusuz Ulu Önder Atatürk olduğunu belirtmiştim. Yazım üzerine telefon ve e-posta yoluyla ulaşan bazı okurlarım beğenileriyle beraber, bazı eksiklerimi de ilettiler. Bunlardan biri de eski dost Nazmi Kal’dı. Üstelik ilginç bir çalışmasından da haberdar ediyordu.

Sihirli kutu televizyonun ülkemizde gelişimini sağlayan kişiler arasındaki TRT’ci dostum Nazmi Kal, "Ankara’nın başkent olmasını hala hazmedemeyen bazı kişi ve grupların, 85 yıl sonra seslerini yükseltmeye başladığı bir dönemde, Ankaralı kentine sahip çıkıyor mu?" sorusunu yöneltiyor, ardından da bu konu hakkındaki bir üzüntüsünü naklediyordu...

"Ankara’nın başkent oluşunun 85 yılı nedeni ile Holzemeister, Arif Hikmet Koyunoğlu gibi önemli kişilerin anılarını da içeren bir televizyon program senaryosu hazırladım. Ankara’nın o günkü durumunu, gelişmesini, özgün anılar ve belgelerle anlatacak belgesel için iki yıldır başvurmadığım kapı kalmadı, ama maalesef hiç bir destek bulamadım. Atatürk’e çok şey borçlu Ankaralının bu tavrı kentine ne derece sahip çıktığına, Atatürk’e olan vefa borcuna nasıl baktığına üzücü bir örnek."

Bu arada Nazmi Kal, 1981 yılında hazırladığı "Atatürk’ten Anılar" programını hatırlatıp, o sıralar Hakimiyeti Milliye gazetesinde çalışan Cemal Kutay’la yaptığı söyleşiyi aktarıyor. Daha doğrusu Kutay’ın anlattığı iki anıyı naklediyor.

BAŞKENT NEDEN KONYA YERİNE ANKARA OLDU?

Şimdi Ankara’nın devlet merkezi olmasını anlatayım. O da Atatürk’e ait benim bir hatıramdır. O devirde herkes kendi ilinin devlet merkezi olmasını istiyor. Bunlardan bir tanesi de Konya. Konya’dan bir heyet geliyor ve arzusunu Atatürk’e iletiyor:

"Konya coğrafi bakımdan devlet merkezi olmaya uygundur, Anadolu’nun merkezidir, ana yollar üzerindedir" diyorlar

Atatürk şöyle cevap veriyor:

"Biliyorsunuz Konya Selçukluların merkezi idi. Selçuklular Kayseri’de de büyük eserler bıraktılar. Oraları imar ettiler. Ankara bunlardan asırlarca mahrum kaldı. Biz de cumhuriyet olarak Anadolu’nun bağrında milli mücadeleye başladığımız bu şehri devlet merkezi yapalım, burayı da geliştirelim".

ATATÜRK POLATLI’YA DOĞRU OK ÇEKİYOR

Ankara’nın imarı için iki büyük otorite gelmişti. Prof. Jansen ve Prof Holzemeister. Devrin iki büyük otoritesi. Ankara’ya şehir planı hazırlayacaklar. Bu arada adamların ilk sorduğu: "Ankara kaç nüfuslu bir şehir olarak düşünülüyor?" O zaman Ankara’da 60 bin nüfus var. Tarih 1928... Düşünüyorlar, 200 bin diyorlar. Planlar hazırlanıyor. Mustafa Kemal paftayı istiyor. Falih Rıfkı götürüyor. Ben gözümle görmüştüm. İmar müdürü Seyit Bey’in odasında idi. Atatürk 200 bine bakıyor arkasına bir sıfır ilave ediyor. Ankara’nın nüfusu 2 milyon olacak diyor ve kipent paftasında Polatlı’ya doğru bir ok çekiyor ve el yazısı ile Polatlı’ya doğru yazıyor. Ne büyük ileri görüşlülük."

Bayan diplomatın kartvizit koleksiyonu

Ankara’nın diplomatik protokolündeki bir isim herkesin dikkatini çekiyor. Hem güzelliği, hem de sempatik tavırlarıyla kısa zamanda kendine yer edinen bu kişi, dağılan Sovyetler Birliği ülkelerinden birinin büyükelçilik mensubu. Sarışın, mavi gözlü güzel diplomat, Türkçe bilmenin de verdiği avantajla davetlerde ilgi odağı olmasını biliyor.

Geçenlerde verilen bir davette de hazır bulunan güzel diplomat, diğer davetlilerin yoğun ilgisiyle karşılaştı. Bir an olsun yalnız kalmaması bir kenara, gecenin sonunda bir tomar kartvizitle elçiliğin yolunu tuttu. Kartvizit verenler arasında kimler yoktu ki? Neyse, en iyisi isimlere pek girmeyeyim.

"Diplomatik ilişkilerde tanışma kartvizit vererek başlar" kuralını hatırlattığınızı duyar gibiyim. Ancak, salonda bulunan diğer ülke mensuplarının birçoğunun bu kartvizit furyasından mahrum kalması ister istemez insanın aklında soru işareti bırakıyor. Anlaşılan güzel diplomat sayesinde ülkesiyle aramızdaki ilişkiler bir hayli gelişmiş. Ya da kart verme savaşı sayesinde bizim protokol zevatı "sınır ötesi operasyon" tanımlamasını biraz yanlış anlamış.

Anaokulu deyip geçmeyin, UNICEF’e kulak verin

Eğitim beşikte başlar" diye bir söz vardır, ama biz Türklerin bunu kendimize düstur edindiğimiz pek söylenemez. Pek çok aile de eğitim ilköğretim ile başlar. Oysa bugün, gelişmiş ülkelerin kabul ettiği norm, eğitimin gerçekte sıfır yaşında başladığıdır. Bu düşünce bizim ülkemizde çok uygulanabilir olmasa da, en azından okul öncesindeki birkaç seneyi kapsayan eğitimin ileriki aşamalardaki başarı için çok önemli olduğu aşikar. Yani anaokulu dediğimiz ve eğitimin ilk kademesi kabul edilen bölüm, dünyada artık neredeyse olmazsa olmaz olarak kabul ediliyor.

AVRUPA EĞİTİME BEŞ YAŞINDA BAŞLIYOR

Avrupa’da, nüfusun neredeyse yüzde yüzü beş yaşında okulla tanışıyor. Bizde ise bu oran öyle düşük ki, yüzdeye vurmak bile imkansız. Hal böyle olunca da, bizim çocuklar, ilkokul, lise ve üniversite derken, eğitimin pek çok aşamasında sorunlarla karşılaşıyorlar. Tıpkı temeli çürük bir yapının, karşılaştığı en ufak depremde çatlaması, hatta yerle bir olması gibi.

"Peki neden beş yaş?" diye soracak olursanız, cevabını ben değil, bu konuya hassas yaklaşan UNİCEF veriyor. Anaokuluna giden çocuklar, kendine güvenen, öğrenmeye hevesli, anlamadıkları şeyleri rahatça sorabilen, yeni bilgi ve becerileri çabuk kapabilen öğrenciler oluyor. Kız ya da erkek olsun, bir kez okula gitmeye alışan çocuk, bulunduğu ortamdan ayrılmak istemiyor ve bu, ilköğretime geçişlerini kolaylaştırıyor.

SORGULAMAYI ÖĞRENİYORLAR

Görüldüğü gibi, çocuklar daha küçük yaşlarda sorgulamayı öğreniyorlar. Yıllardır bizim en büyük şikayetimiz, eğitim sistemimizin ezbere dayalı sürmesi değil miydi? Ezbere dayalı eğitime tabii olan çocuklar, hayatlarının her alanında, soru sormayı, yorum yapmayı, itiraz etmeyi, beğenmediklerini söylemeyi öğrenemiyorlar.

Peki ne yapacağız? Çok basit... "Biraz olsun katkıda bulunayım" diyorsanız, 23 Nisan’da ekranlarınızın başında bir süre oturacaksınız. Hem eğlenip, hem de UNICEF Türkiye Milli Komitesi’nin NTV ile ortak yürüttüğü "Okul Ekliyoruz" kampanyasına destek olacaksınız. Gün boyu sürecek bağış maratonuna, SMS ve çağrı merkezi yoluyla siz de katılabileceksiniz.

Hedef ise ilk etapta 13 şehirde yeni anaokulu yapmak. Üstelik Türkiye’nin batısından doğusuna kadar gerekli olan her yerde. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olan bu okulların her birinde çift tedrisatla 200 öğrenci eğitim alabilecek. Yani tek bir gün boyunca elde edilen gelirle 2 bin 600 küçük çocuk, hayata daha güvenle başlayacak.

NASIL KATILIRIM?

Kampanya için Türkiye İş Bankası Çankaya (Ankara) Şubesi Hesap No. 500 (YTL, USD ve Avro için aynı), Garanti Bankası Çankaya (Ankara) Şubesi 6290000 (YTL) numaralı hesaplara doğrudan bağış yapabilirsiniz. Ayrıca tüm GSM operatörlerinden 3005’e boş attığınız her bir SMS ile kampanyaya doğrudan 10 YTL bağış yapmış olacaksınız.
Yazarın Tüm Yazıları