Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, şehrin dört bir tarafını “2009 Avrupa Ödülü”nü Ankara’nın kazandığını belirten afişlerle donatmıştı.
Ayrıca parmağını havaya kaldırıp, gözümüze sokarcasına, “Ankara kentinle gurur duy” sloganını beyinlerimize kazımaya çalışmıştı. Sonrası malum, kürsüde şovlar, televizyonda programlar, gazete sütunlarında bin bir çeşit öyküler... Benim gibi birçok Başkentli ise bir Ankara’daki belediye icraatlarına, bir de empoze edilen enformasyona bakıp, ikileme düşmüştü. Hatta yaklaşık bir ay önceki yazımda “Ya Başkentteki çağdaş gelişmeyi gözümüz seçmiyor, ya da ödüle layık gören Avrupalı parlamenterlerin yolu Ankara’dan geçmiyor” diyerek bu tezadı aktarmıştım. Sonra da gündemin yoğunluğuna kendimi kaptırıp, işin aslını astarını araştırmayı ihmal etmiştim. Neyse ki konu tekrar aklıma geldi ve “Benim de parmağım var” diyerek bilgisayarımın klavyelerine dokunmaya başladım. İlk iş olarak da Avrupa Parlamentosu’nun internet sitesine girdim ki, işin aslı astarı ortaya çıktı Tavsiye ederim, siz de “http://www.coe.int/DefaultEN.asp” adresine girin ve bu ödülün ne için Ankara’ya verildiğini iyi anlayın. Giremeyenler için işte bu ödül konusunun kısa bir özeti:
“2009 Avrupa Ödülü, Türkiye şehirlerinden Ankara’ya verildi. Bu karar, Avrupa Konseyi Parlamenter Toplantısı’nda Çevre, Tarım ve Yerel ile Bölgesel İşler Komitesi’nin oy birliği ile alındı. Dünyada yaptığı 40 eşleştirme projesiyle Ankara çok sıkı bir ağ oluşturdu ve her yıl kültür günleri düzenleyerek kültürel ilişkilerin gelişmesine büyük katkıda bulundu. Düzenlemiş olduğu uluslararası konferanslar sayesinde şehir, insanlar arasında dostluk ve anlayışın gelişmesine katkıda bulundu. 2001 yılında Onur Bayrağı ve 2003 yılında Onur Plaketi alan Ankara, bu ödüle İstanbul ve Bursa’nın ardından ulaşan üçüncü şehir”.
HEYKELE TÜKÜRMENİN ÖDÜLE KATKISI VAR MI?
Gördüğünüz gibi kentin imarına ve yatırımlarına yönelik bir ödül değil. Sadece kültürel köprüden ve birkaç konferans düzenlemesinden dolayı verilen bir ödül. Eh, kültürel yönden de Melih Bey’in başta heykele tükürmek ya da boyamak eylemi olmak üzere icraatlarını bir hatırlayın! Söylenecek fazla bir söze gerek yok. Hepimiz başta büyük önder Atatürk’e ve kader arkadaşlarına teşekkür etmeliyiz ki, yoktan var ettikleri Ankara’da Melih Gökçek’in bile tüketmeye gücünün yetmediği bir kültürel miras bırakmışlar. Her ne kadar bu mirası yok etmeye çalışsalar da, kalan kırıntılar bile ödül almaya yetiyor. Kısacası Avrupa Parlamentosu gıda ve kömür yardımlarına, yola, alt üst geçitlere, atıl duran su borularına ödül filan vermiyor.
MELİNA MERCOURİ’NİN AÇTIĞI YOL İSTANBUL’A ULAŞTI
Gelelim Avrupalıların verdiği başka bir imtiyaza. Tarih 13 Haziran 1985 yılını gösterdiğinde dönemin Yunanistan Kültür Bakanı Melina Mercouri, ortaya çok önemli bir fikir atar. Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi ise bunu projelendirip, uygulamaya sokar. Avrupa Birliği, ardından da periyodik olarak her yıl belirlediği kent ya da kentlere “Avrupa Kültür Kenti” unvanını vermeye başlar. Bu unvanı verirken de Avrupa kültürünü yansıtan, değer katan ve katkı sağlayan kentleri seçer.
Bu unvanı 1985 yılında ilk alan kent de Atina olur. Atina Avrupa Kültür Kenti seçilmesinin ardından bir cazibe merkezi haline gelir. 1985’ten 1999 yılına kadar da Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerin kentlerinden biri Avrupa Kültür Kenti olarak seçilir. 1999 yılına gelindiğin de ise “Avrupa Kültür Kenti” unvanı, “Avrupa Kültür Başkenti” olarak değiştirilir. Aynı yıl alınan başka bir karar ile 2000 yılından itibaren Avrupa Kültür Başkenti unvanı hem birden fazla kente, hem de AB’ye aday olan ya da olmayan Avrupa ülkelerinin kentlerine verilmeye başlanır. 1999’da alınan bu karardan sonra bir grup sivil toplum kuruluşu İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması için kolları sıvar ve gerek yerel yönetimin, gerekse merkezi hükümetin desteğini alarak başvuruda bulunur. Avrupa Parlamentosu’nun görüşü ve Avrupa Birliği Kültür Bakanları Konseyi’nin 13 Kasım 2006 günü verdiği kararla da, İstanbul, Macaristan’ın Pesc ve Almanya’nın Essen kentleriyle birlikte 2010 yılında Kültür Başkenti ilan edilir. Bu başlangıçla beraber üç ülkede de hummalı bir hazırlık süreci başlar. Zira Kültür Başkenti ilan edilen şehirlerini 2010 yılına hazırlamak için önlerinde 4 yıl gibi bir zaman vardır.
BİZ LAFLA ALMANLAR ŞEVKLE PROJEYİ YÜRÜTÜYOR
İşte bu aşamada da üç kent arasındaki farklar gözler önüne serilmeye başlandı. Almanlar, Essen’le yetinmeyip, projeye tüm Ruhr Bölgesi’ni dahil ederken, hazırlıklarını hemen hemen tamamladılar. Küçük bir kasabadan farksız olan Macaristan’daki Pesc kenti ise fazla bir yatırıma girmeden tüm eksiklerini gidermeye çalışıyor ama kentin bir ucundan diğerine bisikletle gidebileceğinizi düşünürseniz, kapasiteleri oranında hareket ediyorlar. Peki, ya İstanbul? Bu sorunun yanıtını, geçenlerde bir grup meslektaşımla Alman hükümetinin daveti üzerine gerçekleştirdiğimiz Almanya seyahatinde aldık. Tabii dönüşte de İstanbul’da yürütülen çalışmalara göz gezdirerek.
60 KİLOMETRELİK OTOYOLA 60 BİN MASA
Ülkelerin anlayış ve felsefe farkı eşdeğer projelerde belirgin şekilde ortaya çıkıyor. Örneğin Macarlar: Kültür kenti etkinlikleri için siyasi müdahalelerle boğuşuyorlar; istenen hıza ulaşamadıkları anlatılıyor. İstanbul ise bir yandan kadro değişikliği ile tekliyor diğer yandan şehre güzellikler kazandıracak adımlardan ziyade “atalardan kalma hazır değerlerin satışını” aşamayan bir çabaya gömülüyor. Peki ya Almanlar? Berlin’de temaslarımız sırasında gördük ki, Almanlar, kültür başkentini festival gibi ele almıyor. Bir kentin, bir bölgenin geleceğinin, imajının değiştirilmesi olarak bakıyor. Bu bölgenin demografik açıdan geri kalmışlığını gidermeye çalışıyor. Ruhr Havzası, 5.3 milyon nüfusu ile 53 kenti çok merkezli metropol olarak ön plana çıkaran hazırlıklarını tamamlıyor. Eski sanayi alanları, maden ocakları gibi yapılar müze ve tiyatro salonlarına dönüştürülüyor. 180’den fazla sit alanı kültür merkezine çevriliyor. Ayrıca birbirinden çarpıcı etkinliklere imza atmayı da planlıyorlar. Örneğin, programlarında önemli bir otoyolun 60 kilometrelik bölümünde 60 bin masa kurulması var. Toplumun tüm kesimleri otoyoldaki bu şölende ürünlerini sergileyebilecek. Burada konserler verilecek, tiyatro eserleri sahnelenecek. Eskiden maden ocağı olan şimdi yeşil alana dönüştürülen yüzlerce noktada Mayıs 2010’da sarı renk dev balonlar uçurularak geçmiş anımsatılacak. İlköğretim çağındaki her çocuğa bir çalgı aleti hediye edilmesi ve bir yıl boyunca ücretsiz kurs verilmesi ise yapılanlara iyi bir örnek.
BİZİM PROJELERİN ÇOĞU LAFTAN ÖTEYE GİDEMEDİ
Örneklerden de anlaşılacağı gibi Avrupalı bakış açısı Alman disiplini ile birleşince Almanya’nın verilen ödevi bir an önce yerine getirme gayreti içinde olduğu görülüyor. Bizde ise 2006 yılında alınan kararla İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olacağı kesinleşince şehrin kültürel yapısını değiştirecek dev projeler konuşulmaya başlandı. 2006 yılında başlayan bu süreçte geldiğimiz nokta ise bu projelerin sadece konuşma aşamasında kaldığını gösteriyor. Hatırlatmak gerekirse; Sultanahmet, Beyoğlu, Zeyrek ve Fener tarihi dönüm projeleri, AKM’nin restorasyonu, U2 ve REM gibi dünyaca ünlü isimlerin konserleri bu projelerden bazılarıydı. 2010 yılına 2 aydan kısa bir süre kala birkaç konser ve Europa Race yelken yarışından başka hiçbir gelişme yaşanmaması İstanbul’un diğer adaylar arasında ne kadar geride kaldığını gösteriyor. Örneklerden de anlaşılacağı üzere, İstanbul olarak elindeki binlerce yıllık birikimi bile güzelce paketleyip sunamazken, Almanlar yaptıkları yatırımla bölgelerine yeni bir destinasyon kazandırma peşinde. Sözün özü, İstanbul’un da Ankara’dan pek bir farkı yok.