Cengiz Han’ın mağdur torunları, Caz’ın sıra gecelerİ ve dansın sultanı
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Eminim ki, yazılı ve görsel medyadaki darbe haberlerinden hepinizin içi sıkıldı. Ayışığı, Kafes, Balyoz, Sarıkız, Ergenekon, EMASYA, Poyrazköy İddianamesi derken ne kozmik odalar, ne de elle çizilmiş krokiler ilginizi çekiyor.
Elbette ki ülkenin geleceği hakkında hepinizin kaygısı var, ama temcit pilavı içeriği aynı, sadece ismi değişik komplo teorilerinden bunalmış durumdasınız. Ben de aynı duygular içerisindeyim, ancak mesleki açıdan en ince ayrıntısına kadar takip etmek zorundayım. İçine girdikçe de inanın sadece haksız yere gözaltına alınan, tutuklanan insanlara üzülüyorum, hepsi o kadar. İşte bu aşamada da mesleğimin geleceği açısından kaygıya kapılıyorum. Kusura bakmasın ama birçok meslektaşım gözüme gazeteci değil de, senarist gibi görünüyor. Üstelik de kötü bir filmin senaristi gibi. Şimdi darbe planlarına ve üzerine yazılan senaryolara gireceğimi filan zannetmeyin. Bambaşka bir konuda, medyada yazılan ve söylenenlerin işi hangi boyutlara getirebileceğini örnekleriyle aktaracağım. Aktarayım ki, bizim meslek ne hale gelmiş siz de görün.
BURAM BURAM ASPARAGAS KOKAN MAGAZİN YAZISI
Efendim, iki farklı gazetede çalışan iki köşe yazarı hanım var ki, çoğu zaman yazılarını beğeniyle okurum. Bu hanımlardan biri bizim gruba mensup Referans Gazetesi’nde, diğeri ise Sabah Gazetesi’nde yazıyor. Moğolistan ile ilgili bir yazı kaleme almışlar. Ekonomik veriler, siyasi ilişkiler derken de buram buram asparagas kokan bir magazine yer vermişler. Özetlemek gerekirse de, Moğolistan’ın giderek azalan nüfusuna çare arandığını ve Türkiye’den 20 bin erkeğin beklendiğini dile getirmişler. Tezlerine göre, Rusya’nın egemenliğinde geçen yıllar boyunca işi, gücü olmayan Müslüman Moğol erkeklerinin büyük bölümünün alkolün pençesine düştüğünü, bu ülkede erkek nüfusunun azaldığını, hatta 6 kadına bir erkek düştüğünü yazmışlar. Erkek sayısının bu kadar az olması nedeniyle de ‘Başlık parası kadınlar için değil erkekler için isteniyor’ diyerek de espri yapmışlar. Moğol hükümeti giderek artan bu endişelerini gidermek için şimdi Türkiye’den farklı bir talepte bulunuyor gibisinden de garip bir sonuca varmışlar.
SÖZÜM ONA TÜRK ERKEĞİ GELECEK DERTLER BİTECEK
Kısacası çalışkan Türk erkeklerinin gelmesiyle Moğol erkeklerinin de silkinip kendine gelebileceğini, bu şekilde de Moğolistan’ın nüfusuna katkı sağlayabileceğini aktarmışlar. Köşe yazarı hanımlardan biri yazdıklarına kaynak olarak kimliğini telaffuz etmediği Moğol yetkilileri gösterirken, diğeri de adı sanı belli olmayan bir iş adamının söylemlerini göstermiş. Ve geliyoruz yazıları çıktıktan sonra ele aldıkları konunun bu ülkede yarattığı depreme. Gerek Moğolistan vatandaşları, gerekse Türkiye’de okuyan Moğol uyruklu öğrenciler yazılanların büyük bir yalan olduğunu belirtip, Türkiye’nin özür dilemesi gerektiğini söylediler. Bununla da yetinmeyip, Büyükelçimizi dışişleri bakanlıklarına çağırıp veryansın ettiler. Dahası Türkiye’ye olan sempatilerinin antipatiye dönüştüğünü vurguladılar.
DAMIZLIK DAMGASI YİYEN TÜRK ERKEĞİ İŞ BULABİLİR Mİ?
Doğrusu bu tepkilerinde de çok haklıydılar. Zira bir ülke insanının onuruyla oynamak ne kadar doğru? Dahası, ülkemizde okuyan Moğol genç kızlara bizim erkeklerin bakışı ve eylemleri hiçte hoş olmayan bir hüviyete bürünmez mi? Ekmek parası derdindeki Türk işçileri damızlık damgası yerse bu ülkeye iş için rahatça gidebilir mi? Eminim, hanım yazarlarımız Moğolistan hakkında biraz araştırma yapsaydı, duyumlarının ne kadar uçuk kaçık olduğunu anlarlardı. Yanılgılarının ilki ve en önemlisi 3 milyon nüfuslu Moğolistan’ın demografik yapısı üzerineydi. Bu ülkede her 100 kadına 99,4 oranında erkek düşüyor ki, bir bakıma kadın erkek oranı eşit. Yani hanım yazarların yazdığı gibi 6 kadına bir erkek düşmüyor. İkincisi nüfusunun yüzde 50’si Budist, yüzde 40’ı Ateist, yüzde 6’sı Şaman ve ancak yüzde 4’ü Müslüman Kazak olan Moğolistan’da öyle ciddi bir Müslüman kitle olmadığı gibi, başlık parası diye bir gelenek de yok. Üçüncüsü ise Moğolistan hiçbir şekilde Rus egemenliğine girmemiş bağımsız bir ülke. Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün, ama sizler işin doğrusunu anlamışsınızdır. Onun için meslektaşlarıma diyorum ki, yazarken aktardıklarınızın ve kulaktan dolma bilgilerinizin nereye varacağını iyi hesaplayın. Bireylerin, hele hele halkların onuru her şeyin önünde gelir.
GÖKÇEK’İN SON İCRAATI İŞİNİZE ÇOK YARAYABİLİR
Uzun bir süreden beri Ankara’da yaşanan gerçekleri dile getirip, eleştirilerde bulunuyorum. Doğal olarak da bu eleştirilerden nasibini en çok Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek alıyor. Geçenlerde kalabalık bir grup içinde bu konu açıldı ve arkadaşlardan biri, “Melih Bey’in bütün icraatları mı kötü? Bu adamın iyi hiçbir uygulaması yok mu da eleştirip duruyorsun?” deyiverdi. Tabii ki cevabım dünden hazırdı. “Yazdıklarıma bir göz gezdirin, hangisinde yanlış bir eleştiri getirmişim. Kaldı ki, medyanın büyük bölümü Ankara’nın hayrına olan icraatlarını yazıyor, ancak yapılanları gözünüzün önünden bir film şeridi gibi geçirin. Son yıllarda vatandaşın yararına yürüttüğü bir proje var mı?” Bu sözler ağzımdan döküldükten ve kısa bir süre düşündükten sonra dediklerimden utanıp, Sezar’ın hakkını Sezar’a vermeye karar verdim. Evet, Melih Bey’in iyi bir yönünü daha yazmalıydım ki, öyle de yaptım. Çok güzel dans ediyor. Strasbourg’da ‘Avrupa Ödülü’nü alırken ne güzel de döktürdü. Ondan bir iki figür kapmamız günlük hayatımızda çok işimize yarayabilir. Delik deşik ve kara, buza teslim olmuş yollarda bu kıvrak hareketler pekala bizi kazadan beladan koruyabilir.
JAM SESSION KONSER DERKEN CAZ’A DOYACAĞIZ
Aslında ne kadar da heveslenmiştim dünyaca ünlü caz piyanisti Jacky Terrasson’un konserini izlemeyi. ‘13. Ankara Uluslar arası Caz Festivali’ kapsamında Ankara’ya gelmiş ve Bilkent Konser Salonu’nda harika bir konser vermişti. Doğaçlama yeteneğini bir kez daha göstermiş, tabir-i caizse davetlilerin tadını damağında bırakmıştı. Ama olsun yıldız yağmurunun ufak bir kısmını kaçırmıştım. 20 Şubat’a kadar sürecek caz maratonunda izleme olanağı bulacağım daha çok isim var. 4 Şubat tarihinde H.K.K Cazın Kartalları Orkestrası’nın vereceği konserle caz günlerine dahil olabilirim. Tabii daha sonra birçok sanatçı ve grupla oluşacak konserler zincirinin birkaç halkasına daha tutunabilirim. Belli mi olur, festival kapsamındaki söyleşi ve jam Session’lardan bir kısmına da katılabilirim.
CAZ’IN SIRA GECELERİNİ RUHUMUZU OKŞAYACAK
Şimdi bazılarınızın bu ‘Jam Session’ da neyin nesidir dediğini duyar gibiyim. Kısaca açıklamam gerekirse, bir caz terimi. Türkçeye tam olarak çevirmek pek mümkün değil, ama karşılığı “Enstrümanını kap da gel, sen de çal” diyerek açıklanabilecek bir etkinlik. Bir nevi Urfa’nın sıra geceleri gibi bir müzik olayı... Bu gecelerde, hem usta, hem de amatör cazcılar hünerlerini sergiliyorlar. Benim gibi müzikle ilgisi dinleyicilikten öteye geçmeyen insanlar da keyifli dakikalar geçiriyor. Bu festivale hangi ünlü isimlerin katılacağını medyadan takip etmişsinizdir. O yüzden tek tek isim ve konser günlerini listelemeyeceğim. Yerine her geçen gün kültür erozyonuna uğrayan Başkentte kötü gidişe dur demek için canla başla çalışan kişi ve kuruluştan bahsedeceğim. Son 4 yıldır ana sponsor olmadan kendi yağıyla kavrulan Ankara Caz Derneği çok büyük işler başarıyor. Başkente yakışır böylesine güzel bir organizasyonu düzenlemeleri bile takdir için tek başına yeter. Müziğe gönül vermiş gençlere burs imkanı, çiçeği burnunda cazcılara destek, öğrencilere el verdiğince ücretsiz konser izlettirme aktiviteleri arasında. Konserlerle amaçladıkları ise kaliteli yapımları düşük maliyetlerle izlettirmek ve toplumsal kültüre katkı sağlamak... Benimse amacım, ister geleneksel, isterse çağdaş olsun Başkentteki her türlü kültür ve sanat etkinliğini desteklemek. Zira bizi yumruk yemiş boksöre dönüştüren garip gündemden ve sanata sırt çeviren zihniyetten sıyrılmak için en güzel yöntemi sunuyor. Dahası rahat bir soluk almamızı sağlıyor. Bu arada konser duyurularını kaçıranlar için bir internet adresi de vereyim ki, neler gerçekleşeceğini öğrenebilsin. ‘www.ankaracazfestivali.org’