Yatırımlar da tüketim de artıyor

YILIN ilk beş ayına yönelik dış ticaret verileri Türkiye’de yatırımların da, tüketimin de geçen yıla göre kaygı verici boyutta arttıklarını göstermektedir.

Ocak-mayıs döneminde, yatırım malları ithalatı yüzde 88 artarken, tüketim malları ithalatı yüzde 110 artmıştır. Bu yılın başından beri bu iki kalemdeki artış geçen yılki artışların neredeyse iki katı olmuştur. Her iki kalemde de bir patlama yaşanmaktadır.

Tüketim malları ithalatındaki patlama iç talepteki patlamaya işaret etmektedir. Tüketim malı ithalatı toplam ithalat içinde hala yüzde 15’in altında bir paya sahiptir. İthalattaki artışın ana kaynağı ara malları ve yatırım malları ithalatındaki artışlardır.

İhracattaki ciddi artışlara rağmen, dış ticaret açığının önlenemez yükselişi sürmektedir. On iki aylık bazda, bu yılın mayıs ayı itibariyle dış ticaret açığı 28.1 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve tarihi bir rekor kırmıştır. 2001 yılındaki krizden hemen önce dış ticaret açığı aynı bazda 27.5 milyar dolar olmuştu.

İlk beş ayda gerçekleşen dış ticaret açığı (13.8 milyar dolar) 2002 yılının neredeyse tümünde verilen dış ticaret açığına eşittir.

Dış ticaret açığının bu denli büyümesi ekonomik büyümenin sürdürülebilir olduğuna gölge düşürmektedir. Üzerinde yürüdüğümüz buz giderek incelmektedir. Bu denli yüksek bir açığın ilerideki dönemlerdeki finansmanı zorlaşacaktır. Ekonominin kırılganlığı bu alanda artmaktadır.

Enflasyondaki düşüşü kalıcı hale getirebilmek için dış ticaret açığının giderek azaltılması zorunlu hale gelmiştir. Yumuşak iniş için gerekli önlemler alınmadığı taktirde, piyasa mekanizmaları Türkiye ekonomisinin bir süre sonra çakılması tehdidini gündeme getirebilecektir. Son iki yıldır elde ettiğimiz enflasyondaki ve kamu finansmanındaki kazanımlar göz göre göre heba edilebilecektir.

Bu şartlarda, IMF ile 2005 sonrası dönem için bir program üzerinde anlaşmak daha da kaçınılmaz hale gelmiştir. Programın kısa dönemdeki hedeflerinden biri ekonomiyi tedricen soğutmak olacaktır. Böyle bir yumuşak inişi IMF’nin desteklediği bir program olmadan başarabilmek giderek güçleşmiştir.

Uluslararası mali çevreleri ve yerel yatırımcıları hoşnut tutmak her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Aksi taktirde, dış borçlanma ihtiyacını tedricen azaltabilmek çok kolay olmayacaktır. Ekonomiyi soğutucu önlemler bugün alında dahi, dış ticaret açığı 30 milyar dolara üzerinde, cari işlemler açığı ise 15 milyar dolar civarında olabilecektir. Cari işlemler açığının milli gelirimizin yüzde 4’ünü geçmesi bir alarm işareti olarak alınmalıdır.

Giderek kısa dönemde ciddi riskler içeren Merkez Bankası’nın faiz artırımı gündeme gelebilecektir. Pek bilinmeyen bir alana doğru sürüklenmekteyiz.

Bütçede personel harcamalarına dikkat

YILIN
ilk yarısında bütçe uygulaması iyi gitti denebilir. En azından, toplam harcamalarda yıl sonu hedefleriyle tutarlı bir gelişme görülüyor.

İlk altı ayda, toplam harcamalar hedefin yüzde 43’ü civarında kalmış. Toplam bütçe açığı da hedefin yüzde 32’si civarında gerçekleşmiş. Bu gerçekleşmeler, bütçedeki mevsimsel eğilimler dikkate alındığında, yıl sonu hedefleriyle tutarlı görülüyor.

Bütçe harcamalarının ‘yumuşak karnı’ denilebilecek alan, sosyal güvenlik sistemine verilen sübvansiyonlar da dahil, personel harcamalarıdır. Yılın ilk yarısında bütçeden maaş alanların toplam maliyeti hedefin yüzde 51’ini geçmiştir. İkinci yarı verilecek maaş artışları ve personele yönelik verilen diğer yardımlardaki fiyat artışlarıyla beraber tüm yıldaki personel harcamalarının hedefi aşacağı beklenmelidir.

Sosyal güvenlik sistemine yılın ilk yarısında verilen sübvansiyonlar da tüm yılki hedefin yüzde 50’sinin biraz altında gerçekleşmiştir. Bu alanda da, hedefin aşılacağı anlaşılmaktadır. Sosyal güvenlik sistemine verilen sübvansiyonların faiz dışı harcamaların içindeki payı yüzde 26’nın üzerinde gerçekleşmiştir. Bu alanda da bir rekora gidilmektedir.

Bütçedeki faiz dışı harcamaları hedefler doğrultusunda tutan etken personel ve sosyal güvenlik dışında yapılan harcamalardaki olağanüstü tasarruf olmuştur. Yılın geri kalan döneminde aynı derecede tasarruf yapılabileceği ise şüphelidir.

Vergi gelirlerinin hedeflenenin altında gerçekleşmesine rağmen, bütçe açığının mevsimsel olarak hedeflenen doğrultuda gerçekleşmesinin nedeni de budur. Faiz harcamaları da kurlardan gelen etkiyle tahminlerin altında gerçekleşmiştir.

Borç dinamiğinin dışında, bütçe açığının önemi gözlenen yüksek büyümenin karşısında daha da önem kazanmış bulunmaktadır. Yumuşak iniş için iç talebin kontrolünün bir ayağı da kamu kesiminin tasarruf açığının indirilmesi olacaktır. Bu nedenle, personel ve sosyal güvenlik sistemine verilen sübvansiyonlarından kısa dönemde tasarruf sağlanamıyorsa, diğer harcamalardaki olağanüstü tasarrufun sürdürülmesi kaçınılmaz görünmektedir.

Gelirler politikası tersine çalışmamalı

GELİRLER politikası
enflasyonla mücadelenin en temel araçlarından biridir. Kısaca, gelirler politikası üretim faktörlerinin elde ettikleri gelirlerin beklenen enflasyon paraleline artırılmaya çalışılmasıdır diye tanımlanabilir. Bu tanım içinde, ücretler önemli bir yer tutmaktadır.

Kısa dönemde, alım gücünü kaybetmiş kesimlerin kayıplarının telafisi için beklenen enflasyonun üzerinde verilen ücret artışları fiyat dinamiğini bozabileceği gibi, emekten de tasarrufu teşvik edeceğinden istihdamı olumsuz etkileyecektir.

Toplum kesimleri, elde ettikleri gelirlerin düzeyinden bağımsız olarak, birbirlerine göre olan göreli farklara da dikkat ederler. Örneğin, asgari ücretin artırılması aynı oranda ücretleri artmamış olan düşük gelirli, ama asgari ücretin üzerinde kazanç sağlayanların ücretlerinin artırılmasını talep etmeye yönlendirecektir.

Son günlerde bu yönde talepleri daha sık gözlemeye başladık. Tüm toplum kesimleri enflasyonun üzerinde ücret artışı taleplerini yoğunlaştırmışlardır. Özellikle bu çeşit talepler kamu kesiminde daha da fazla yoğunlaştı. En azından, talepler bazında gelirler politikası tersine çalışma eğilimine girdi.

Enflasyonla mücadelenin başındayız. Bu dönemde;

1.toplum kesimlerinin refahını artırmaya yönelik olarak, hedeflenen enflasyonun üzerindeki ücret artışları hem enflasyonu hem de istihdamı olumsuz etkileyecektir. Ekonomik büyümeye rağmen istihdamın artmıyor olması verimlilik artışının kaçınılmaz olmasındandır,

2.istihdamı artırmaya yönelik olarak, ekonomik büyümeye hız vermek ya da hızlanan ekonomik büyümeye kayıtsız kalmak dış dengeleri olumsuz etkilediğinden ekonominin kırılganlığını artıracaktır,

3.kamu kesimindeki tasarruf açığını azaltmanın tek yolu harcamaları kısmaktan geçmektedir. Bu arada, zaten az olan sosyal içerikli harcamaları kısmaktan başka çare kalmamıştır. Dolaylı vergilerin artırılmasının hem bir sınırı vardır hem de fiyatlar üzerinde olumsuz etkileri söz konusudur.

Hafta içinde bu konulara daha ayrıntılı yer vereceğim.
Yazarın Tüm Yazıları