İMAR Bankası olayı dünya bankacılık tarihine geçecek kadar önemli bir olaydır.
Devletin halkın parasını toplayıp değerlendirmesi için bankacılık lisansı verdiği bir kurum dolandırıcılık yapmıştır. Çünkü, halktan toplanan paralar bankanın bilançosuna girmemiştir. Başka yerlere gitmiştir. Buna benzer olaylar Amerika'da 19. yüzyılda ‘‘wildcat banking’’ döneminde yaşanmıştı.
Bankacılık lisansı vermesinden dolayı zımni olarak yüklendiği bir sorumluluk dışında, devletin İmar Bankası'na paralarını kaptıranlara karşı hiçbir sorumluluğu yoktur. Sokaktaki bir soygun olayında olduğu gibi, devlet, vatandaşlarının mal ve can güvenliğinden sorumludur, ama sokakta parasını çaldıran vatandaşın kayıplarını da tazmin etmek zorunda değildir.
İmar Bankası olayının tek farklı boyutu bu olayla beraber devletin bankacılık lisansı vermesine vatandaşların güvenip güvenmeyeceği olgusudur. Bu olayla, devletin sahip olması gereken ‘‘bankacılıkta lisans verme ehliyeti’’ konusunda tereddütler oluşmuştur.
İmar Bankası'na para kaptıran kişilerin kayıplarının tazmin edilmesi ancak bu çerçevede haklı görülebilir. Yani, devletin lisans verdiği diğer bankaların bundan sonra sorunsuzca çalışmalarına bir olanak sağlanır. Mali sisteme olan güven kaybı bir ölçüde önlenir. İşin bu yönünün de makro ekonomik istikrarla ilişkisi vardır.
İYİLİK YAPMAKSA
İmar Bankası'nın doğru olarak bilançosuna yansıttığı tasarruf mevduatlarının ödenmesinde bir sorun olmaması gerekir. Gerçek mevduatlar sınırsız olarak devlet garantisi altındadır. Hemen ve nakit olarak ödenmelidir. Ayrı bir yasaya da gerek yoktur.
Bilançoda görünmeyen mevduatlar vatandaşlardan çarpılan paralardır. Devletin, mevduat garantisi altında, bu ‘‘hayali mevduatları’’ hukuken ödeme yükümlülüğü yoktur. Ama, sistemin güvenilirliği açısından devlet bu mevduatları da ödemek istediğinde çeşitli vade ve ödeme şeklleri tespit edebilir. Devlet, bir anlamda, mevduat adı altında paralarını kaptıranlara bir iyilik yapmaktadır.
Hazine bonosu aldığını sanıp da aslında işlemin arkasında hiçbir hazine bonosu olmadan paralarını İmar Bankası'na kaptıran vatandaşların da durumu aynıdır. Bu işlemler devlet garantisi altında değildir. Çünkü, ortada alınıp satılan bir Hazine bonosu yoktur. Yani, hayali bonolar yoluyla vatandaşın parası çalınmıştır.
Hayali mevduatları ödemeye karar veren devlet hayali bonolar yoluyla vatandaşlardan alınan paraları da tazmin etmek durumundadır. Aksi taktirde, tutarlı olunmayacaktır. Ya hem hayali mevduatlar hem de hayali bonolar ödenecektir ya da hayali hiçbir şey ödenmeyecektir.
AYNI SOYGUN
İmar Bankası olayı devletin üzerine küçümsenmeyen bir yük getirmiştir. Bu yük bir şekilde vergi verenlerce sırtlanacaktır. Bu gerçekten kaçış olamaz. Sırtlanılan yükü asgaride tutmak elbette amaçların en önünde gelmelidir. Ama, bu amacı gerçekleştirirken devletin aldığı tavırda tutarlı olması beklenir.
Yükün en asgaride tutulmasının yolu İmar Bankası'ndaki hayali hiçbir şeyin devlet tarafından tazmin edilmemesidir. Ama, bu yolun sakıncaları vardır. Kamu menfaatlerinin zedelenmesi söz konusu olabilir.
Bu sakıncayı ortadan kaldırmanın yolu hayali yollarla toplanan paraların devlet tarafından tazmin edilmesidir. Bu yol seçildiğinde ise, hayali mevduat ve hayali bono arasında bir seçim yapma olanağı yoktur. İkisi de aynı şeydir. Farklı dokümanlarla yapılan aynı soygundur. Devlet soyulanlardan bazılarını koruyup diğerlerini yok saymamalıdır.