Bugünkü konjonktürde ekonomiyi sorunsuz çevirebilmek için yurt dışı kaynaklara yüklüce ihtiyacı olan gelişmekte olan ve göreli olarak az sayıda ülkelerden biriyiz. Bu açıdan, yurt dışında yaşanan kargaşa içinde uluslararası sermaye hareketlerinde radikal bir azalma bizi olumsuz etkiler.
Bizim gibi ülkelerin rahat edebilmesi için birinci şart uluslararası sermaye akımlarının kurumaması (hacminin radikal bir biçimde düşmemesi). İkinci şart ise uluslararası sermaye akımlarından artan dış finansman ihtiyacımız kadar bir hacmi ülkemize çekebilmek. İkisi de geçmişe göre daha riskli hale geldi. Ama, ikincisinin riski şimdilik birinciye göre daha fazla görünüyor.
PARA VAR
2000’li yılların başında gelişmekte olan ülkelere akan yabancı sermaye net bazda yıllık 200 milyar doların biraz üzerindeydi. 2002 yılından sonra bizim gibi ülkelere akan uluslararası sermayenin hacmi hızla artmaya başladı. 2005 yılında 520 milyar dolara geldi. 2006 yılının ortasında yaşanan çalkantı ile sermaye akımlarının hacminde bir düşüş beklentisi oluştu. Gelişmeler tam tersi oldu. Uluslararası sermaye akımı rekorlar kırdı.
2006 yılında gelişmekte olan ülkelere giren yabancı sermaye net bazda 570 milyara fırladı. 2007 yılı için bu hacimde yine hafif bir daralma beklenirken, gerçekleşme 780 milyar dolar oldu. Gelişmekte olan ülkelerin dış finansman ihtiyacı toplamda hiç kalmamışken, bu ülkeler yabancı mali sermaye istilasına uğradılar.
Gelişmekte olan ülkelerin cari işlemler fazlası, bu ülkelere giden yabacı sermaye paralelinde arttı. 2006 yılında 375 milyar dolar olan gelişmekte olan ülkelerdeki toplam cari işlemler fazlası 2007 yılında 436 milyar dolar oldu. Toplamda gelişmekte olan ülkeler dövize boğuldular. Doğal olarak da, hemen hepsinin parası gelişmiş ülkelerin paralarına göre değer kazandı.
Bu düzeylere gelmiş uluslararası sermaye akımları hacminin gelişmiş ülkelerde son dönemde yaşanan kargaşa ile birden bire kurumasını beklemek çok gerçekçi görünmüyor. 1997 Asya ve 1998 Rusya krizleri gibi küresel sonuçları olan krizlerde dahi uluslararası sermaye akımları hacmindeki daralma yüzde 30’u geçmedi.
Şimdi, mali piyasalar on yıl öncesine göre çok daha birbirinin içine geçmiş ve derinleşmiş durumda. Dolayısıyla, en kötü senaryoda dahi sermaye akımları hacminin geçen yıl geldiği 780 milyar dolarlık düzeyden 500 milyar dolara gerilemesi dahi şaşırtıcı olacaktır. Yani, en kötü olasılıkla, 2005-2006 yıllarındaki düzeylere geri dönebiliriz. Uluslararası sermaye akımlarının yıllık hacmi bu düzeydeyken dahi, Türkiye ekonomisi yılda 50 milyar dolar yakın uluslararası mali sermaye çekebilmişti. O halde, uluslararası sermaye akımlarında hacim açısından bir sorun beklemek doğru olmaz.
ASIL RİSK
Asıl risk, uluslararası sermayenin Türkiye ekonomisini 2005 yılında olduğu kadar çekici bulmaması olasılığıdır. Türkiye’nin aynı 2005 yılı civarında tutunduğu çapaların şimdi de yerli yerinde durmasının gerekliliği burada yatmaktadır. Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrupa’daki gelişmekte olan ülkeler grubu cari işlemler dengesinde açık veren (Rusya hariç 100 milyar dolar) tek bölgedir ve bu açığın yüzde 40’ı Türkiye’den gelmektedir.
Bu konumuyla Türkiye dikkati çekmektedir. Kaldı ki, 2005 yılında Türkiye’de büyüme yüzde 8.4, enflasyon yüzde 7.7 ve cari işlemler açığı 23 milyar dolardı. Şimdi ise, büyüme yüzde 4.5’e düşerken, enflasyon yüzde 9’u geçti. Cari işlemler açığı 37 milyar dolardan daha fazla.
Üç yıl öncesine göre, Türkiye ekonomisinin genel görünümünde bir bozulma söz konusudur. Uluslararası şartların kötüleşmesiyle bizim görünümümüzdeki bozulma daha dikkat çekici hale geliyor. Dolayısıyla, Avrupa Birliği ve IMF gibi "çapa" görevi gören ilişkileri bu dönemde hafife alamayız. Alırsak, fırtınanın Türkiye ekonomisini nerelere fırlatacağını bugünden tahmin edemeyiz.