FRANSA’da AB Anayasası’na ‘hayır’ çıktıktan sonra gazetelere demeç veren toplum liderlerinin neredeyse tümü ‘Türkiye’ye bir şey olmaz’ diyerek Türkiye’nin aslında dünyadan tecrit edilmiş bir ülke olduğu izlenimini verdiler.
Yanı başımızda nükleer bir kaza olur, liderlerimiz ‘bize bir şey olmaz’ derler. Yıllar sonra Karadeniz bölgesinde çocuklarımız kanserden ölmeye başlarlar. Tam üye olmak istediğimiz AB’nin en büyük üyeleri birliğin işleyeceği temel kuralları reddederler bizler yine ‘bize bir şey olmaz’ diyerek konuyu hafife alırız. Bu yaklaşım elbette gerçekçi değil.
Daha gerçekçi yaklaşım, riskleri görüp risklerin farkında olduğumuzu kamuoyu ile paylaşarak risklerin gerçekleşmesini asgariye indirecek tutumu takınmaktır. Riskleri görmezden gelerek ya da toplumdan gizleyerek bir yere gidemeyiz. Sorunlarımızın bir kısmı da zaten bu çeşit yaklaşımlardan kaynaklanmaktadır.
Bankacılık konusundaki yazı dizisine ara vererek AB Anayasası’nın üye ülkelerde çektiği tepkinin Türkiye’ye olası yansımalarını tartışmak istiyorum.
YAVAŞLAYAN SÜREÇ
Her şeyden önce, Fransa’da çıkan ‘hayır’ Avrupa ülkelerinin bazılarının bir birlik çatısı altında yaşamalarına bir itiraz olarak alınmamalıdır. Görünürdeki sorun, bu birliğin işleyeceği kurallaradır. O kurallar da, siyasi olmaktan çok, objektif kurallardır. O halde, asıl sorun başka bir yerdedir.
Anayasa’nın tepki çekmesi AB’ye üye olan ülkelerin bir birlik içinde yaşamalarına tepki olmaktan çok, Avrupa’daki siyasi liderliğe bir tepkidir. Büyük ülkelerde yaşanan iktisadi sıkıntılara bir tepkidir. Avrupa’nın çok hızlı genişlemesine bir tepkidir. Böyle söylenmese de, parasal birliğe çok erken girilmiş olmasına bir tepkidir.
AB Anayasası ya çok geç gündeme gelmiştir ya da çok erken. İçinde yaşanan şartlarda, AB Anayasası’nın AB ülkelerinde kolayca kabul görmesi Anayasa dışı kaygılar nedeniyle çok olası değildir.
Önümüzdeki dönemde Hollanda ve Danimarka gibi Avrupa’nın küçük ülkeleri de ‘hayır’ diyeceklerdir. ‘Hayır’ diyen ülkelerin artması ortada olan ülkeleri de ‘hayır’ demeye itebilecektir. Bugünkü şartlarda, hiçbir AB üyesi, yeni katılan bazı üyeler hariç, AB’ye aşıkmış gibi görünmek istemeyeceklerdir. Bundan sonraki referandumlarda ‘sen istemiyorsan, ben hiç istemiyorum’ gibi bir yaklaşım gözlenmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
Bu hava AB’yi içine kapatacaktır. AB’nin genişlemesi gündemlerinde ikinci, hatta üçüncü sırada olacaktır. Bizim gibi ülkelere karşı, AB isteklerinde daha sertleşecektir. Müsamaha marjı daralacaktır. Önceden verilen sözler tutulmaya çalışılsa da, Türkiye’nin tam üyeliği konusundaki müzakereler ister istemez yavaşlayacaktır.
EKONOMİK RİSKLER
Zaten 10-15 yıllık bir sürecin öngörüldüğü müzakerelerin birkaç yıl daha gecikmesi elbette dünyanın sonu değildir. Ama, AB tarafından neden olunabilecek gecikmeler Türkiye’yi tembelliğe iterse, gecikme çok daha fazla olacaktır.
Kendi iç çelişkilerini çözememiş bir AB karşısında, Türkiye’nin eli daha da zayıflayacaktır. Bu nedenle, Türkiye önümüzdeki dönemde AB’ye uyum açısından çok daha hızlı ve çok daha kararlı olmak zorundadır. Aksi taktirde, AB’nin eline, zaten arzu ettikleri önemli bir koz vermiş oluruz.
AB’nin genişlemesi bir süre gündemden düşecektir. Önümüzdeki 5-10 yıllık bir dönemde zaten AB’ye tan üye olamayacaktık. Ama, AB’de yaşanan iç çelişkiler ve AB liderliğinin zayıflamasının ekonomik riskleri de vardır. Yarın konunun iktisadi boyutundan söz edeceğim.