Son küresel çalkantı eskilerinden farklıydı. Bundan önce, küresel bazda bazı beklentilerin değişmesiyle portföy tercihleri kısa süre için değişmişti.
Ama, finans piyasasındaki birimlerin sağlığı (solvency) konusunda şüpheler hiç bu denli yoğun konuşulmamıştı.
İlk kez son çalkantıda, beklentilerin değişmesi değil, belli başlı yatırımlarda yoğunlaşan finans piyasası birimlerinin hayatlarını idame ettirip ettiremeyecekleri gerçeği ile karşı karşıya kalındı. Bu noktaya elbette birden bire gelinmedi. Geçmişteki her çalkantı bu çeşit kurumları biraz daha zayıflattı. Bir anlamda, son çalkantı "bardağın taşması" gibi oldu. Tekke düştü. Kel yavaşça görünmeye başladı.
HERKES NASİBİNİ ALDI
Finans piyasası iç içe geçmiş birimlerden oluşur. Bunlar bir motordaki birbirlerini döndüren dişliler gibidir. Bu piyasada bir takım kurumların birbirine olan güvenleri kalmadığında, likidite sorunu yaşanır. Yani, motordaki dişlileri sessizce ve düzgün bir biçimde döndürmeyi sağlayacak yağ kalmaz. Likidite sıkışıklığı finans kurumlarının batışına neden olur. Zaten hiçbir firma zarar ettiği için batmaz. Zararları finanse edemediği (likidite bulamadığı) için batar.
Temmuz ayı sonundan bu yana Amerika ve Avrupa’da böyle bir süreç yaşandı. Finans kurumlarının birbirlerine olan güveni kayboldu. Bazı piyasalar kurudu. Elinde milyarlarca dolar özel sektör tahvili ya da senedi olan finans kurumları pazarda müşteri bulamadıklarından varlıklarını elden çıkaramadılar. Varlıkları ellerinde tutmak için gerekli borçlanmaları yapamadılar. Gelişmiş ülke merkez bankalarının bu süreçte piyasaya para pompalamaları ellerindeki varlıkları satarak nakde dönmek isteyen finans kurumlarına "hayat öpücüğü" gibi oldu. Dişlilerin kırılması bir ölçüde önlendi. Piyasanın yaratamadığı likidite bir ölçüde merkez bankaları tarafından verilmiş oldu.
Bu haliyle, küresel çalkantı aslında gelişmiş ekonomilerin sorunuydu, gelişmekte olan ülkelerin değil. Gelişmekte olan ülkeler de sarsıldı. Sarsılmalarının bir nedeni likidite bulmak için gelişmekte olan ülkeler iyi bir kaynaktı. İkinci neden ise, yatırımcıların "gelişmiş ülkelerde böyle oluyorsa, gelişmekte olan ülkelerde kim bilir ne olacak" beklentisiydi. Bir ölçüde gelişmekte olan ülkeler de gelişmiş ülkelerdeki sorunlardan kaynaklanan çalkantıdan nasiplerini aldılar. Türkiye de bunlardan biriydi.
DÜZELTME OLACAK
Türkiye’de de borsa düştü. Faizler ve döviz kuru yükseldi. Ama, bu süreç Türkiye açısından geçen yılın ortasında yaşanan çalkantıya göre çok daha az acılı oldu. Döviz kurları önlenemez bir yükseliş eğilimi göstermedi. Faizler zaten olmaları gereken düzeylere (spekülatif düzeylere değil) oturdular. Dolayısıyla, bugünkü haliyle, son çalkantının Türkiye ekonomisinde yaratacağı olumsuzluklar asgari ölçüde olacaktır. Bu açıdan, "Türkiye ekonomisi iyi not almıştır" denebilir. İyi notun arkasında siyasi ve makro ekonomik istikrar kadar Merkez Bankası’nın geçen yılki çalkantıdan sonraki duruşu da önemli rol oynamıştır. Ama, bundan sonrası da önemlidir.
Şu anda durumun böyle olması her şeyin geçtiği ve düzeldiği anlamına gelmiyor. Avrupa’da ve Amerika’da finans kurumlarının yapısal sorunları çözülmüş değil. Bir ölçüde çözülen, sistemdeki oksijensizliktir. Ama, oksijenin olması hayatın devamlılığını sağlamaya yetmeyebilecektir. Bazı finans kurumlarının ve piyasaların sağlığı sorgulanmaya devam edecektir.
Dünyada varlık fiyatlarında bir düzelme kaçınılmaz olarak yaşanacaktır. Düzeltme oksijenli bir ortamda olduğu taktirde, küresel finans piyasalarındaki kırılganlıklar asgaride tutulabilecektir. Merkez bankalarının yapmaya çalıştığı da budur.