Sahiplenme ya da borç verme

BİR şirketi sahiplenme ile aynı şirkete borç verme arasında bazı çok önemli farklar vardır.

Sahiplenme kar etmek amacıyla arzu edilebilir. Ama, borç verme, verilen borcun geri alınacağı umuduna dayanır. Dolayısıyla, sahiplenme ile borç verme arasında farklı kaygılar söz konusu olur.

Son dönemlerde kredi kartları konusu kamuoyunu çok meşgul etti. Yapılması planlanan düzenlemenin piyasa mantığı ile hiçbir alakası yoktur. Kime, ne kadar limit dahilinde kredi kartı verileceği kredi kartı veren kuruluşların işidir. Bu kuruluşlar doğruyu yapmıyorlarsa, gerekli önlemler kuruluş bazında alınır. Doğru iş yapan kuruluşların işlerine karışılmaz.

Kredi kartlarında taksit uygulaması da kredi kartı veren kuruluşların işidir. Kimin, neyi taksitler aldığı da devleti ilgilendirmez. İlişki, kredi kartı veren kuruluşlarla müşterileri arasındadır. Bu ilişkide devletin hiçbir rolü olamaz.

ALARM OLABİLİR

Bir müşterisine kredi kartı verirken bankalar müşterisinin çeşitli mali
ve ahlaki özelliklerine bakarlar. Kredi verirken gözetilen, müşterinin aldığı krediyi zamanında geri ödeyip ödeyemeyeceği kabiliyetidir. Buna kredi değerliliği diyoruz. Bu kabiliyetin belirleyicisi kimi müşterilerde müşterinin geliridir, bazı müşterilerde müşterinin geçmiş performansıdır. Bu özellikleri devlet bilemez. Bir yasa ile herkes aynı kaba konamaz.

Yiyecek maddeleri harcamalarının dahi kredi kartları yoluyla taksite bağlanması devletin değil, kredi kartı veren kuruluşların kaygılanacağı bir olgudur. Temel ihtiyaç maddelerinin taksitle alınması bazı bankalarca müşterinin zorunlu olarak yapması gereken harcamalar için dahi yeterli parasının olmadığı konusunda bir ‘alarm’ olarak algılanabilir. O taktirde, böyle düşünen bankalar yiyecek harcamalarının taksite bağlanmasına izin vermeyebilir.

Bazı bankalar ise, yiyecek harcamalarının dahi taksit yoluyla alınmasını gelirden yapılan harcamaların mallar arasında ve zamana yayılmasını içeren bir stratejinin parçası olarak görebilirler. Onlar açısından bir ‘alarm’ söz konusu değildir. Yanlış yaptıklarında, kredilendirme, kredilendirme olmaktan çıkıp sahiplenme aşamasına gelir. Zararı bu bankalar öder. Kendi sermayelerini tüketme yoluna girerler.

Bankaları gözetlemekten ve denetlemekten sorumlu kurum da bu bankalara gerekli önlemler aldırtır. Gerekli önlemler, kredi kartları ile taksit seçeneğinin olmamasını dahi içerir. Ama, bu çeşit önlemler bu işi beceremeyen bankalara uygulanır, tüm sisteme değil. İşini iyi yapanlar da para kazanabilmelidirler.

KREDİ DEĞERLİLİĞİ

Bankaları gözetlemek ve denetlemek kolay bir iş değildir
. Yasaklama zihniyetiyle konuya yaklaşıldığında, işler kolaylaşıyormuş gibi görünse de, aslında daha da zorlaşmaktadır. Doğru olan, kredinin kredi gibi işlem görmesi, sahiplenmenin de önceden tespit edilen bir stratejinin bir parçası olmasıdır. Kredilendirme sahiplenmeye uzanıyorsa ve bu yolla bankanın mali sağlığı tehlike sınırına yaklaşmışsa, sorun yasalarla değil, bankaları gözetleyen ve denetleyen kurumun bankaya özel önlemleri devreye sokmasıyla çözülebilir.

Kısacası, yoğurdun taksitle alınması bankaları ve onların müşterilerini ilgilendirir. Yoğurt dahi taksitle alınıp bankalar bu müşterilerini hala kredi değerliliği yüksek olarak görüyorsa, yoğurdun taksitle alınmasını değil, bankaların müşterilerinin kredi değerliliğini nasıl ölçüldüğüne bakmak daha yararlı olacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları