GELİŞMEKTE olan ülkeler ekonomileri, sermayenin serbest dolaşımının da tetiklediği bir süreçte, beklentilerin değişmesinden çok daha fazla etkileniyorlar.
Bu süreci değiştiremedikleri taktirde de, bu ülkeler uluslararası arenada ‘gelişmekte olan piyasa’ olarak kalmaya mahkum oluyorlar. Yani, risk primleri göreli olarak hep yüksek oluyor.
İyimserlikle kötümserlik arasında salınan iç ve dış yatırımcılar kısa dönemdeki ekonomik dengeleri çok çabuk değiştirebildikleri gibi, oluşan dengeler (fiyatlar) mali ve reel sektörleri birbirinden koparabiliyorlar.
FARKLI ÇÖZÜMLER
Piyasaların kötümserliği döneminde, faizler öyle yüksek düzeylere gelebiliyor ki, reel sektörün yüksek faizlerle iş yapabilmesi mümkün olamıyor. Yani, mali sektörü dengede tutan asgari faiz düzeyi reel sektörün yaşayabileceği azami faiz düzeyinden çok daha yüksek olabiliyor.
Reel sektör açısından mali sektörün dayattığı dengeden çıkabilmenin tek yolu yerli sermayeyi artırmak ya da ek yabancı sermaye çekmek oluyor. Kötümserliğin hüküm sürdüğü bir dönemde yabancı sermaye gelmeyeceğine göre, çözüm, yerli sermayenin birikmiş parasını işine yatırmasında düğümleniyor. Böyle dönemlerde Türkiye’de yerli sermaye gerçekten yurt dışındaki parasını işine koyarak krizlerden çok çabuk çıkabildi.
İyimserlik dönemlerinde ise sorun kurlarda kendini gösteriyor. İyimserlikle mali sektörde hem nominal hem de reel kurlar düşüyor. Bu kez, iyimserliğin getirdiği havayla mali sektörü rahatlatan azami kur düzeyi reel sektörün rekabetçi olabileceği asgari kur düzeyinin oldukça altına inebiliyor. Reel ve mali sektörler bir kez daha birbirlerinden ayrışıyorlar (decoupling).
Böyle dönemlerde, çözüm, reel sektörde mali sektörün dayattığı kur düzeyinin olumsuzluklarını dengeleyecek verimlilik artışının gerçekleşmesi oluyor. 2002 yılından bu yana Türkiye bu ayrışmanın olumsuzluklarını dengeleri tehdit edecek boyutlarda yaşamadı. Çünkü, son üç yıldır reel sektör üretiminde küçümsenmeyecek bir verimlilik artışı sağlandı. İhracatımızın son üç yıldır tökezlememesi de bu gerçeğe işaret etmektedir.
Türk parasının yabancı paralar karşısında reel olarak daha da değerlenmesi durumunda, bundan sonra ne olacağı ise çok açık değildir. Bazı sektörlerde daha fazla verimlilik artışını sağlayabilme olanağı şimdilik yitirilmiş olabilir. Bazı sektörlerde ise yapısal engellerle daha fazla verimlilik artışı sağlanması mümkün olmayabilir.
SINAV
Son dokuz aydır, büyümenin ithalat elastikiyetinin düşmesi bu konuda önemli bir işaret olarak algılanmalıdır. Yani, aynı düzeyde üretim yapabilmek için daha fazla ithal ara malları kullanma durumunda kalınmaktadır. Bir anlamda, verimlilik artışı (maliyet tasarrufu) bazı sektörlerde ancak böyle sağlanabilmektedir.
İyimserliğin hüküm sürdüğü bir dönemde büyümenin kendi dinamikleri içinde azalması da sorunu çözmemektedir. Sorunun çözümü mikro düzeyde verimlilik artışlarını engelleyebilecek yapısal engelleri ortadan kaldırmaktır. Aksi taktirde, reel sektörün sorunları ile dış açığın büyüklüğü gerçeği her zaman kurların düşüklüğüne bağlanacaktır. Böyle olduğunda, aynı şekilde telaffuz edilmese de, fiyat istikrarından ödün vermek gündeme gelebilecektir.
Türkiye ekonomisi, şimdi iyimserlik ortamında fiyat istikrarı hedefinden ödün vermeksizin reel ve mali sektör ayrışmasını çözebilme yolunda önemli bir sınavdan geçmektedir. Başarı da, başarısızlık da para ve maliye politikalarının olacaktır.