Reel sektörde açık pozisyon

EKONOMİDE son on beş yılın en popüler terimlerinden biri ‘açık pozisyon’ oldu. 2001 Krizi’ne kadar bankaların dövizdeki açık pozisyonu konuşulurdu. Şimdi, reel sektörün dövizdeki açık pozisyonu konuşulmaya başlandı.

2001 Krizi’nin derinleşmesinin arkasında, bir tahmine göre, bankaların 20 milyar dolara yakın (göstermelik öz kaynaklarının yaklaşık iki katı) açık pozisyonu vardı. Ama, o dönemde otoriteler bankaların açık pozisyonunun 2.5 milyar dolar civarında olduğunu söyleyerek soruna gözlerini kapamışlardı.

Şimdi de, reel sektör şirketlerinin dövizdeki açık pozisyonlarını artırdıkları biliniyor. Bu konuda güvenilir bir tahmin yapmak çok zor. Nedir bu açık pozisyon?

DÖVİZ BORÇLANMAK UCUZ

Bir iktisadi birimin döviz borçlanıp karşılığında TL varlık biriktirmesine ‘dövizde açık pozisyon alması’ olarak nitelendirilir
. Döviz fiyatlarının artması durumunda, TL cinsinden varlıkların fiyatları değişmediğinde, borçlar artacak, varlıklar değişmeyecektir. Dolayısıyla, bir zarar söz konusu olacaktır. Bu nedenle, dövizde açık pozisyon tutan iktisadi birimler kur riski taşırlar.

2001 yılı öncesinde bankalar yurt dışından ve mevduat sahiplerinden döviz borçlanıp TL cinsinden Hazine bonosu alırlardı ve TL kredileri verirlerdi. Döviz kurunun istikrarlı gittiği ortamlarda, döviz borçlanmanın maliyeti TL varlıkların getirisinden çok daha düşük olduğunda, kısa dönemli çok önemli bir kar fırsatları söz konusuydu. Döviz kurları fırladığında, şapka düştü, kel göründü.

2001 sonrasında, özellikle 2002 yılının ortalarından sonra döviz kuru düşme eğilimine girdi. Yani, alınan döviz kredilerinin değeri TL bazında düşmeye başladı. Aynı dönemde döviz kredilerinin faizleri de düştü. Dolayısıyla, alınan döviz kredilerinin TL cinsinden maliyeti negatif dahi olabildi. Bu ortamda, döviz borçlanıp TL varlık biriktirmek yine karlı hale geldi. Reel sektör şirketleri açısından da, TL yerine döviz borçlanmak maliyetleri düşürücü bir etki yaptı.

Bankaların döviz pozisyonları otoritelerce artık daha yakından takip ediliyor. Bu nedenle, bankaların söz konusu kar fırsatını arzuladıkları ölçüde değerlendirmeleri mümkün olmuyor. Döviz borçlarıyla döviz kredileri veriyorlar. TL borçlanmalarıyla TL kredisi veriyorlar. Yani, eğer başka yollarla saklamıyorlarsa, bankalar eskisi gibi kur riski alamıyorlar, dövizde açık pozisyon almaları çok sınırlı.

Buna karşılık, döviz kredilerinin TL maliyetinin nominal olarak negatif dahi olabildiği bir ortamda, reel sektör şirketleri döviz kredilerine rağbet etmeye başladılar. Reel sektör şirketlerinin aldıkları döviz kredilerini döviz olarak tutmak gibi bir lüksleri yok.

Doğal olarak, aldıkları kredilerle ithalat yapıyorlar. Aldıkları malları TL maliyetinden bilançolarına koyuyorlar ya da borçlanılan dövizleri TL’ye geçip cari harcamalarını karşılıyorlar.

Her iki durumda da, bilançolarında döviz kredileri döviz kuruna göre değerlendiriliyor, karşılığında TL varlıkları duruyor. Yani, yaptıkları iş gereği, reel sektör şirketleri döviz borçlandıklarında açık pozisyon taşımak zorunda kalıyorlar.

MEVZUAT

Mevzuata göre, reel sektör şirketleri Türkiye’deki bankalardan aldıkları döviz kredileri kadar ihracat yaptıklarını döviz kredisini kapadıklarında ispat etmek zorundadırlar. Yani, mevzuat, görüşte, Türkiye’deki bankaların ancak ihracat yapan reel sektör şirketlerine döviz kredisi verilmesine izin vermektedir. Halbuki, yine aynı mevzuat içinde, isteyen herkes döviz kredisi kullanabilmektedir. Mevzuatın arkasından dolanmak maliyetli ise ya da bundan korkuluyorsa, dövize endeksli kredi almak da aynı görevi görmektedir.

Devamı var.
Yazarın Tüm Yazıları