UZUN dönemli iktisadi sorunlarımızın başında ekonominin kaldıramayacağı hızda büyüyen nüfus gelmektedir.
Nüfus hızlı artınca, bu hıza ayak uyduracak bir eğitim ve öğretim sistemi kurmak gerekiyor. Arzulanan eğitim ve öğretim sistemini kurabilmek için yeterli kaynaklara ihtiyaç duyuluyor. İhtiyaç duyulan kaynak devamlı artıyor.
Artan nüfusa istihdam sağlamak için ekonomik büyümenin de hızlı olması gerekiyor. Yeterli hızda ekonomik büyüme sağlayabilmek için çoğu zaman kaynaklar yetersiz kalıyor. Türkiye bütün bu çelişkileri yaşamıştır ve yaşamaya da devam etmektedir. Sıkıntının adına ‘kaynaklarımız kıt’ adı verilmiştir.
KAYNAK YETER Mİ?
İkinci Dünya Savaşı yılları hariç, Türkiye’nin nüfusu 1990’lara kadar yılda yüzde 2-3 aralığında büyümüştür. 1950’li yıllarda nüfus artışı yıllık yüzde 3’e çok yaklaşmıştır. Doğum oranları bu rakamların daha da üzerindedir. Dolayısıyla, bebek ölümlerindeki düşüşe paralel olarak okul çağına gelmiş nüfus artışı genel nüfus artışının çok üzerinde gerçekleşmiştir.
1950 ile 1970 yılları arasında ilkokulda okuyan çocukların sayısı yılda yüzde 5’in üzerinde artmıştır. İlkokulda okuyan çocukların sayısı 1.6 milyondan 20 yılda 5 milyona çıkmıştır. İlkokulu okutmak durumunda olduğumuz çocuk sayısı 3 kattan fazla artarken milli gelirimiz de yaklaşık aynı oranda artmıştır. Ama aynı dönemde nüfusumuz da 20 milyondan 35 milyona gelmiştir. Yani, kişi başına milli gelirimiz 2 kat artmışken, ilkokulda okutmak zorunda olduğumuz çocukların sayısı 3 kat artmıştır.
1970’lerde ve sonrasında nüfus artışı yüzde 2.5’in altına düşmüştür. Ama hálá nüfus hızla artmaktadır. 1980’den sonra nüfus artışı biraz daha yavaşlamıştır. 1990’larda nüfus artışı yüzde 1.8’e kadar düşmüştür. Nüfus artışındaki düşüş sevindiricidir, ama yeterli değildir.
Zorunlu eğitim sekiz yıla çıkarıldıktan sonra 1-8. sınıfta okuyan öğrenci sayısındaki artış yeniden yüzde 5’lere tırmanmıştır. Son iki yıldır bu gruptaki öğrenci sayısı sabit kalmaktadır denebilir. Zorunlu temel eğitim gören öğrenci sayısı 10.3 milyondur. Yani, toplam nüfusumuzun yüzde 15’i temel eğitim görmektedir. Bu çok büyük bir kitledir.
Bu kitleye ileride kendilerine istihdam olanakları yaratabilecek bir eğitim verilmeye çalışılmaktadır. Kaynaklar kısıtlıdır. Yanlış politikalar kaynakları daha da kısıtlı yapmaktadır. Konuya tersinden bakarsak, kaynaklarımız belki makul düzeydedir, ama kaynak ihtiyacımız çok fazladır denebilir. O halde, bir yandan kaynaklarımızı artırırken, diğer yandan kaynak ihtiyacımızı da dizginlemek zorundayız.
KALICI ÇÖZÜM
Nüfusu bu denli genç olan bir ülkede, sosyal güvenlik kuruluşlarına bütçeden yapılan yardım 20 katrilyon liraya yaklaşmışken, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesi 13 katrilyon lira civarındadır. Sanki, eğitemediğimiz kişilere emekliliklerinde bakıyormuşuz gibi bir izlenim veriyoruz.
Ekonomik istikrarın temelinde mutlaka nüfustaki istikrar yaratmaktadır. 1970 sonrası yaratılan enflasyonun arkasında nüfusun yarattığı baskı küçümsenemez. Bu baskı devam ettiği sürece, gelecekte de mutlaka istikrarı bozabilecek siyasi iktidarlar olacaktır. Popülizm prim yapmaktadır.
Nüfus artışının baskısı hem eğitimde hem de sosyal ortamda üretimdeki verimlilik artışlarıyla beraber daha da hissedilmeye başlanacaktır. Şimdi, enflasyonun düşmesinin getirdiği bir verimlilik artışı yaşıyoruz. İleride teknolojinin ister istemez tetikleyeceği bir verimlilik artışını gözleyeceğiz. Bu ortamda, bu nüfus artışıyla Türkiye ekonomisinin sorunlarını kalıcı bir biçimde çözebilmesi çok zordur.