REKABET, Türkiye için yeni bir kavramdır diyebiliriz.
Lafın gelişi, ‘rekabet’ kelimesini oldukça sık kullansak da, ne rekabetin gerçekten ne demek olduğu konusunda yerleşik bir görüşümüz var, ne de rekabeti önleyen etkenleri nasıl ortadan kaldırabileceğimiz konusunda iyi tasarlanmış bir stratejimiz var.
Avrupa Birliği’nin zorlamasıyla bir rekabet otoritesi oluşturduk. Ama, Rekabet Otoritesi’ni nasıl kullanacağımız konusunda çok fazla fikrimiz olduğunu sanmıyorum.
Rekabet Kurumu’na yönelik yapılabilecek çoğu eleştiriler ve öneriler belki zamansız olacaktır. Çünkü, Kurum göreli olarak daha çok yenidir. Kendi kültür ve geleneklerini oluşturmak için henüz yeterli zaman geçmemiştir.
Yine de, kurumlar yeni de olsalar, Kurum’un kültürünü ve geleneklerini şekillendirecek olan ekonomik ve idari yapının iç dinamiklerdir. İç dinamikleri doğru yönlendirmekle Rekabet Kurumu gibi yeni kurumların doğru temeller üzerinde olgunlaşması mümkün olabilecektir.
REKABET BİÇİMİ
Rekabet otoritesi olayları takip eden bir yapıda mı olmalıdır yoksa olayların üzerine giden (pro-aktif) bir kurum mu olmalıdır. Bir başka ifadeyle, Rekabet otoritesi ihbarlar üzerine hareket eden bir savcı mı, yoksa kendi araştırmalarıyla rekabeti engelleyen etkenleri bulup çıkaran bir yapıda mı olmalıdır?
Uygulamada mutlaka her ikisi de olacaktır. Ama, ihbarların yoğun bir biçimde öne geçtiği bir ortamda, Rekabet Otoritesi’nin işlevini yitirmesi de söz konusu olabilecektir. Her ihbarı ciddiye alan bir savcı bir süre sonra kendinden beklenen asıl işlevleri yerine getiremez olur. Rekabet otoritesini olur olmaz ihbarlarla kilitlemek Türkiye ekonomisinde rekabet şartlarının gözlenmesini sakatlayabilecek ciddi bir risktir.
rekabet otoritesinin elde ettiği her türlü delil, delil midir? Yani, nasıl elde edildiğine bakılmaksızın, rekabet otoritesinin elindeki dokümantasyona dayalı deliller ulaşılacak kararların en ciddi dayanakları olabilir mi?
Örneğin, elinde arama izni olan polis gibi şirket bürolarını basıp çeşitli dokümanlara el koyma yoluyla toplanan deliller bugün için hukuki açıdan doğru gibi görünse de, doğru mudur? İki şirket arasında fiyatların beraberce saptanması yolunda bir yazışma ele geçse, böyle bir delil iki şirketin piyasa fiyatlarını beraberce belirlediği anlamına mı gelecektir?
Bu soruların yanıtlarını vermek o denli kolay değildir. Çoğu kez, bu konularda sapla samanı karıştırmak çok kolay olmaktadır. Piyasaların rekabetten uzaklaşıp uzaklaşmadığının tespiti, hiçbir zaman yazılı delillerle değil, yalnızca katılımcıların piyasadaki hareketlerine bakarak olmalıdır. Önemli olan, ekonomik dengenin yansıttığı rekabet biçimidir.
Yazılı delillerin içerikleri piyasa hareketleriyle uyuşsa da Rekabet Otoritesi’nin kararlarının en ciddi dayanağı olmamalıdır. Aksi taktirde, rekabet otoritesinin kararlarının içeriği ekonomik yaklaşımdan uzaklaşıp polisiye yaklaşımlardan oluşacaktır. Halbuki, iktisadi içerikli konular ancak sağlıklı bir biçimde iktisadi kurallar içinde değerlendirilebilir.
DEVLET DESTEĞİ
Rekabet otoritesi, bir ülkede rekabet hukukunu oluşturan en önemli, belki de tek kurumdur. Bu kurumun görüşlerine özel sektör olduğu kadar devlet de saygı duymak zorundadır. Bu çerçeve de, Avrupa Birliği’nin üzerinde durduğu zordaki şirketlere devlet desteği verilmesinin rekabetin korunması adına şartlarını kim tespit edecektir? Rekabet otoritesi bu konuda devre dışı kalabilir mi? Konu (desteğin şartları), parayı veren devletin yöneticisi durumundaki siyasi otoriteyi mi yoksa rekabetin zedelenmemesini gözeten rekabet otoritesini mi daha çok ilgilendirir?
Bu çok önemli konuyu bir başka yazıda ele alacağım.