Kurları artırmaya çalışmak çözüm değil çözümsüzlüktür
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
ENFLASYONU kalıcı bir biçimde yüzde 2-3’e indirmek istiyorsak, kurların enflasyon kadar artmaması olgusuyla daha bir süre daha yaşamak zorundayız.
Paranın değerlenmesi mutlaka enflasyonu düşürmez. Ama, enflasyonun düşmesi mutlaka paranın değerlenmesine neden olur. Bu gerçeği kabul etmeyip bir şeyler yapmaya çalışmak suyu tersine akıtmaya çalışmakla eşdeğerdir.
Enflasyonun kalıcı olarak düşmesi yalnızca bir para politikası ya da kur politikası konusu değil, reel sektördeki verimliliğin artması konusudur. Enflasyondan doğan verimsizliğin giderilememesi durumunda, enflasyondaki düşüş geçici olmaya mahkumdur.
Uyuşturucu kullanmaya alışmış insanlar gibi, yeterli verimlilik artışı sağlanmadan düşen enflasyon ortamında, ekonomi bir süre sonra daha fazla enflasyon talep etmeye başlayacaktır. Bunun sinyalleri de şimdi gelmiyor değil.
Geçen hafta, iktisatçılar arasında moda olan cari işlemler açığının daha makul sınırlara çekilmesi için gazetelerde çıkan iki ilginç öneri okudum. Birincisi, cari işlemler açığının bir kur sorunu olduğunu iddia ederek kurlar yükselmeden cari işlemler açığı sorununa bir çözüm bulunamayacağını ima ediyordu. Çözüm olarak da, gerekirse bankaların resmi ve fiili dövizdeki açık pozisyonlarının kapatılmasını, hatta gerekirse bankaların dövizde fazla pozisyon tutmalarının zorunlu kılınmasını öneriyordu.
Sayfa komşum Ege Cansen’den gelen bu öneriyle aynı fikirde olmadığımı Hürriyet okurları biliyorlardır. Ege Bey ile olan görüş ayrılığımızın temelinde kurların nasıl tespit edildiği gerçeği yatmaktadır.
Sermaye hareketlerinin kısıtlı olduğu ekonomilerde kurlar dış ticaret ya da cari işlemler dengesi yoluyla dengeye gelirler. Ama, sermaye hareketlerinin serbest olduğu ekonomilerde, cari işlemler açığı nedeniyle döviz kurları artmayabilir. Yani, konu fiyat sorunu değildir. Orta dönemde, bu alanda çıkabilecek sorunları önlemenin yolu sürdürülebilir cari işlemler dengesini kur dışı önlemlerle sağlamaya çalışmaktır.
Kurları artırmanın bir yolu olarak önerilen bankaların döviz pozisyonları üzerine belli bir yönde sınır koymak ise sapla samanı birbirine karıştırmak olmaktadır. Döviz pozisyonu tutmak bir risktir. Risk iki yönde de mevcuttur. Risk sermaye ile alınır. Dolayısıyla, bankaların alabileceği risk elbette sınırlandırılmalıdır, ama, riskin sınırlandırılması iki yönde de simetrik olmak zorundadır.
Aksi taktirde, bankalar üzerine bankaların sağlığı açısından konan bir takım sınırlandırmalar makro ekonomik politikanın bir parçası haline gelir. Böyle olduğunda, serbest piyasa ekonomisinden değil, ancak güdümlü kamu bankacılığından konuşmaya başlarız.
Ekonomide mucize yoktur. Mucize yaratabilmek için bir takım iktisadi ilkelerin çiğnenmesi kısa dönemde de, orta dönemde de faydadan çok zarar getirir.
Bir diğer ilginç öneri piyasa yaklaşımını içeriyordu. Öneri, döviz piyasasındaki bazı etkin bankaların bir araya gelerek döviz kurlarını anlaşarak yavaşça artırmalarıydı. Bu şekilde, kurların düşük olması nedeniyle oluşabilecek bir çalkantıdan (çalkantının zamanı da, nasıl hesaplanmışsa, ekim-kasım olarak veriliyor) kendilerinin de korunabileceği savunuluyor.
Kısacası, bankalara ‘rekabetten uzaklaşın, fiyat sabitlemesine gidin, böyle durumlarda rekabet ilkeleri önemli değildir, makro ekonomik politikalarla elde edilemeyen sonuçlara ulaşabilmek için her şey mubahtır’ deniyor.
İki öneri de arzulanana ulaşabilmek için her şeyin mubah olduğu izlenimini veriyor. İki çözüm önerisi de ‘her şey aynı kalsın, ama döviz kurları daha yüksek olsun’ mantığı üzerine kurulmuş. Bu nedenle de gerçeklikten uzak. Döviz kurları bulunduğu yerden daha yüksek olduğunda, ekonomideki diğer değişkenlerde farklı yerlerde olacaklardır.
Tekrarlarsak, ekonomide mucize yoktur. Mucize aramak sorunları daha da büyüten bir yaklaşımdır. Çözüm, sorunun iyi tespit edilmesinden geçmektir.
Merkez Bankacılar ne konuşuyor?
1970’li yılların sonundan beri Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) Kansas kenti şubesi her yılın ağustos ayında bir sempozyum düzenliyor. Her yıl dünya ekonomisinin önemli bir konusu bu sempozyumda tartışılıyor.
Önceleri sempozyum Kansas kentinde yapılırken, balık tutma tutkusuyla bilinen 1980’ler başındaki FED Başkanı Paul Valker sempozyumun balık tutulabilecek bir yörede yapılmasını önermiş. O dönemden beri Kansas City FED’in yıllık sempozyumu dünya harikalarından biri olan Wyoming eyaletinin Jackson Hole kentinde yapılıyor. Sempozyumda davetliler önce çalışıyor, sonra da yörenin güzelliklerinin tadını çıkarıyorlar.
Jackson Hole Yellowstone Ulusal Parkı’nın bitişiğinde bir kent. Kışları kayak merkezi olarak herkesin ilgisin çekiyor. Yazları ise, serin ve temiz havasıyla yaz sporlarının merkezi durumunda.
Her yıl dünyanın dört bir tarafından merkez bankacılar, bankacılar, akademisyenler ve sempozyumun ana konusu olarak seçilen konuların uzmanları burada bir araya geliyorlar. Dönemin FED Başkanları mutlaka bu sempozyuma katılıyor. Artık bir gelenek haline gelen sempozyumda FED Başkanı’nı ya da dünyanın diğer ülkelerinin merkez bankası başkanlarını görmek hiç de şaşırtıcı değil.
Bu toplantılarda hem bilgi alış-verişi yapılıyor hem de yeni dostluklar kuruluyor. İşlenen konunun ciddiyeti kadar, katılanların iyi vakit geçirebilmesi için yeterli zaman da veriliyor. Kısacası, sempozyumda yeniyor, içiliyor, eğleniliyor ve çalışılıyor.
Sempozyumun bu yılki konusu yaşlanan nüfusun ekonomik büyümeye etkisi, maliye politikaları, sosyal güvenlik ve göç politikaları. Merkez bankacılar nüfusun yaşlanmasından, yaşlanan nüfusun sosyal güvenlik sistemi üzerindeki mali baskıdan, sosyal güvenlik sisteminin maliye politikaları üzerine getirdiği kısıttan ve ülkeler arası göçlerden rahatsız.
Rahatsız oldukları konularda çözümler üretmek için merkez bankacılar bir araya geliyorlar. Uzmanları dinlemek istiyorlar. Aynı konulardan rahatsız Fransız ve Alman uzmanlar bu sempozyumda tebliğler sunacaklar. Sorunların enflasyon yaratmayacak para politikası üzerindeki kısıtları tartışacaklar.
FED Başkanı Alan Greenspan sosyal güvenlik sistemlerini ve Amerikan sosyal güvenlik sisteminin zaaflarını çok iyi bilen bir kişi. Bilmesinin nedeni yaşı değil, kariyerinin önemli bir bölümünü bu konuya ayırmış olmasından kaynaklanıyor.
Merkez bankacılar için, enflasyona en büyük tehdit maliye politikalarından ve maliye politikaları üzerinde ileride oluşabilecek tehditlerden gelir. Sosyal güvenlik sisteminin zaafları da bu tehditlerin en büyüklerindendir.
Gelişmiş ülkelerde nüfusun yaşlanmasından kaynaklanan bir sosyal güvenlik sistemi sorunları yaşanmaktadır. Bizde ise nüfus henüz çok gençtir. Ama, çok genç nüfus yapımıza rağmen, sosyal güvenlik sistemi sorunları ve bu sorunların maliye politikaları üzerine olan baskıları şimdiden hissedilme başlanmıştır. Bir de bizdeki nüfus da yaşlanmaya başladığında, bu konudaki sorunlarımız katlanarak devam edecek ve merkez bankacılarımız açısından şimdikinden daha büyük bir kabus olacaktır.
Şimdiden ve ivedilikle bir şeyler yapmak zorundayız. Belki, Jackson Hole’daki sempozyum bize de bazı fikirler verecek sonuçlara ulaşabilecektir.