PETROL fiyatının geldiği yer ve petrol fiyatı konusunda ileriye dönük beklentiler herkesi korkutmaya başladı. Fiyat istikrarına önem veren tüm kuruluşlar bu konuyu konuşmaya başladılar. Herkes kaygılı görünüyor.
Amerikan Merkez Bankası (FED) Başkanı Alan Greenspan iki konuşmasının birinde bu konudan söz ediyor. IMF de petrol fiyatlarından kaygılı. Petrol talebinin durdurulamayan artışı ve kısıtlı arz karşısında, IMF petrolün varil fiyatının 100 dolara kadar gidebileceği kehanetinde bulundu. Bu kaygılara Avrupa Merkez Bankası da katılıyor. Amerikan dolarının değer kaybı kaygıların bir başka boyutunu oluşturuyor.
1970’LER KORKUSU
Petrol fiyatının artması bugüne kadar korkulan etkiyi yapmadı. Dünya ekonomilerinde enflasyon baskısından söz ediliyor, ama henüz enflasyonda korkulacak bir artış gözlenmedi. Enflasyon konusunda en büyük kaygıyı parası da önemli boyutlarda değer yitiren Amerika yaşıyor.
Aksine, petrol fiyatının artması, başta Rusya olmak üzere, petrol üreten ülkelerin ekonomik büyümesini hızlandırdı. Bir anlamda, son üç yıldır artan petrol fiyatları küresel bir ekonomik istikrarın temeli dahi olduğu iddia edilebilir. Petrol üretenler kazanıyorlar, üretmeyenler de korkulacak boyutlarda olumsuz etkilenmiyorlar.
Petrol fiyatlarının yükselmesi kötü hatıraları canlandırıyor. 1970’li yıllardaki iki petrol şoku dünya ekonomilerini hiç tanışmadıkları bir durumla karşılaştırmıştı. Dünyanın önde gelen ekonomileri artan petrol fiyatlarıyla daha önce hiç yaşamadıkları artan işsizlik ile artan enflasyonu beraber yaşamaya başlamışlardı.
Bozulan fiyat istikrarı ancak ekonomik durgunluğun daha da derinleşmesiyle çözülebildi. Örneğin, Amerika’da enflasyon çift haneli rakamlara yükselmiş, işsizlik yüzde 10’u aşmıştı. Amerika içine düştüğü ikilemden faizleri yüzde 20’lere artırarak çıkmaya çalışmıştı. Önce ekonomik durgunluk derinleşmişti. Daha sonra, fiyat istikrarı ile beraber ekonomik büyüme gerçekleşmişti.
Faturayı, diğer siyasi başarısızlıklarıyla seçimi kaybeden Jimmy Carter ödedi. Onun döneminde başlatılan ekonomik politikaları devam ettiren Ronald Reagan ise olumlu gelişmelerin meyvelerini yedi.
Bugün, Amerikan ekonomisinde gözlenen iç talep artışının faizlere duyarsız olduğu tartışılıyor. İç talep artışını kesmenin birkaç puanlık faiz artışlarıyla başarılamayacağını iddia edenlerin sayısı giderek artıyor. İstikrarın korunabilmesinin ise Amerika’da iç talep artışının dizginlenmesinden geçtiği vurgulanıyor.
O halde, artan petrol fiyatları, enflasyon baskıları ve Dünyada genelde yaygınlaşan iç talep artışının durdurulması yeniden bizleri 1970’li yılların sonuna mı götürecek?
Son yıllarda dünyada alışılan düşük faiz dönemi sona erip yeniden yüksek faizlere ve yükselen faizlerle beraber dünya yeniden bir borç sorunu ile karşı karşıya mı kalacak?
BİLİNEN FİLM
Kötü hatıralar, başta merkez bankaları olmak üzere, herkesi tedirgin ediyor. O nedenle de, mali (fiskal) disiplinin önemi giderek daha fazla vurgulanmaya başlandı. Çünkü, mali disiplinin sağlanmasında geç kalınırsa, dünya ekonomileri yeniden eski gördüğü filmi yeniden görme riski ile karşıya kalabilecek.
1970’li yıllardan bu yana, iktisatçılar, yaşanan deneyimlerden de faydalanarak çok şey öğrendiler. Artan işsizlik ve enflasyonun kaçınılmaz bir kader olmadığını anladılar. Beklentilerin önemini gördüler. Bütün bunlara rağmen, siyaset ekonominin önüne geçip eski hatıralar yeniden yaşanırsa, dünya ekonomilerine çok yazık olacak.