DEVLETİN mülkiyetindeki mallar kamununmalıdır.Kamunun malları halktan toplanan vergilerle edinilmiştir. Bu nedenle, kamunun malları dolaylı olarak halkın mallarıdır.
Kamu malı (public goods), halk tarafından topluca kullanılıp bir bireyin kullanımının başka bireylerin aynı malların kullanımını etkilemediği mallardır. Örneğin, sokaklar, parklar kamu mallarıdır. Bir kamu malının mülkiyeti devlette de olabilir, özel bir şahısta ya da kurumda da olabilir.
Kamu hizmeti ne yasalarda ne de iktisat yazınında açıkça tanımlanmamış bir olgudur. Ama, çoğunlukla, kamu hizmeti halka verilen toplu hizmet olarak tanımlanıyor. Terimin başında belki de ‘kamu’ kelimesi olması dolayısıyla kamu hizmetinin kamu sektörü tarafından verildiği gibi yaygın bir izlenim de vardır. Tanım bu denli geniş olunca, tüm hizmetleri kamu hizmeti olarak tanımlamak mümkün olabiliyor.
DEVLETİN ÖNCELİĞİ
Bizim gibi ülkelerde ‘kamu’ sözcüğü kutsallaştırılmıştır. Dolayısıyla, kamunun malı da, kamu malı da, kamu hizmeti de kutsal sayılır. Söz konusu kutsallık yasalarımıza da yansımıştır. Örneğin, kamu bir çok konuda bireylerin önüne konmuştur. Kamu alacakları bireysel alacakların önüne konabilmektedir. Kamu şirketlerinin iflas etmeleri söz konusu olmamaktadır. Kamu mallarını haciz etmek mümkün değildir.
Kısacası, yasalarımız genellikle ‘devleti bireylere karşı koruma’ mantığı içinde hazırlanmıştır. Halbuki, modern demokrasilerde yasalar ‘bireyleri devlete (kamu gücüne) karşı koruma’ mantığı ile hazırlanır.
Ulaşılmak istenen hedeflerden biri ‘devleti bireylere karşı korumak’ olunca, kamunun olduğu her yerde, yasalardan, uygulamalardan ve alışkanlıklardan kaynaklanan rekabetin sakatlanması olgusu yaşanır. Devlet baskındır. Böyle bir ortamda, devletin olduğu hiçbir yerde ya da alanda rekabetten söz edilemez. Bazı yasalarda yer alan ‘devletin müdebbir bir tüccar gibi hareket etmesi’ ilkesi hiçbir zaman çalışmaz. Çünkü, devletin önceliği vardır. Devletin müdebbir bir tüccar olması gerekmez.
KAMU ÇIKARI
Halkın vergileriyle finanse edilen ‘devlet’ denilen bir hükmi şahsiyet bireylere karşı önceliği olduğunda, iktisadi açıdan, ‘devlet çıkarı’ ya da ‘kamu çıkarı’ denilen bir başka olgu ile karşı karşıya kalınır. İktisadi olarak ‘devlet çıkarı’ öyle bir şeydir ki, yasalarla ve uygulamada korunduğunda tüm halkın çıkarlarının korunduğu gibi bir izlenim verilir. Halbuki, bu doğru değildir.
Örneğin, buğdayın fiyatını dünya fiyatının iki katı tespit edip buğday ithalatına vergi koymak bir çıkar uğruna yapılan uygulamalardandır. Bu yolla buğday üreticilerinin çıkarları korunduğu açıktır. Ama, bu uygulamayla buğdayı tüketenlerin çıkarlarının korunduğu iddia edilemez.
Aynı şekilde, belediye sınırları içinde imar planlarını değiştirip özel mülkiyetin değerini dışsal bir biçimde değiştirmek de çoğu zaman ‘kamu çıkarı’ adına yapılır. Mülkiyetin değeri bazı durumlarda artar, bazı durumlarda azalır. Sonuç ne olursa olsun, bu şekilde özel mülkiyet üzerinde bir risk yaratılır. Riskin olduğu yerde rant vardır.
Bir toplumda devletin rolü iyi tanımlanmadığında (muğlak tanımlandığında), ne rekabet bilincinin gelişmesi mümkün olabilir ne de rekabet şartları tartışmasızca tesis edilebilir. Rekabet devletin izin verdiği ölçüde olur. İzinle gelen rekabet de rekabet denemez.