GEÇEN haftaki bir yazımda parasal göstergelerdeki gelişmeleri satır başlarıyla verdim.
Parasal göstergelerdeki en dikkat çekici gelişmeler, enflasyon son üç yıl içinde hızla indiği halde, toplam TL mevduatlarının milli gelire oranında bir artış olmadığı, döviz mevduatlarının artmaya devam ettiği ve TL mevduatlarının vadesinin hala çok kısa olduğu idi.
Bu üç gelişme tek bir olguya işaret etmektedir: ekonomik birimler enflasyon düştüğü halde TL’ye çok rağbet etmemektedirler. Yatırımcılar tutucu davranmaktadırlar. Dolayısıyla, bankacılık sistemi milli gelirimize göre küçük kalmaya devam etmektedir.
Toplam banka bilançoları Avrupa Birliği’nde milli gelirin ortalama birkaç katı iken, bizde dörtte üçü civarındadır.
DIŞ FİNANSMAN
Bankacılık sektörünün küçüklüğü sağlıklı ekonomik büyümenin ve kalıcı ekonomik istikrarın önünde en büyük engellerden biridir. Ekonomik büyüme hızlandığında iç kaynaklarla (TL mevduatlarındaki artış yoluyla) büyüyemeyen bankacılık sektörü ancak dış borçlanmalar yoluyla kaynak yaratabilmektedir. Yani, dış borçlarımızın artmasının arkasında yalnızca cari işlemler açığının büyümesi olgusu yatmamaktadır.
1995-97 döneminde de ekonomi aralıksız üç yıl üst üste yüzde 8’lere varan bir büyüme performansı göstermişti. Cari işlemler açığı bugünkü düzeyinin yarısı kadar bile değildi. Dış ticaret açığı azami 22 milyar dolar (geçen yıl 35 milyar dolara yaklaştı) olmuştu. Bankalarımız ekonomik büyümeyi dış borçlanma yoluyla finanse etmişlerdi. Alınan dış borçlar, bankaların kur riski almalarıyla cari işlemler açığı yoluyla harcanmamış döviz rezervlerinin artmasına neden olmuştu.
Kısacası, cari işlemler açığı yoluyla Türkiye ekonomisi dış borçlanma ihtiyacı içinde olmasa dahi, ekonomik büyümenin finansmanı için bankalarımız iç kaynaklar yoluyla büyüyemediğinden dış borçlanma yoluyla (şimdi eskisi kadar döviz riski almasalar da müşterilerine aynı riski aldırmaktadırlar) kaynak yaratmak zorunda kalmaktadırlar.
Sürdürülebilir ekonomik büyüme ve kalıcı istikrarın bu boyuttaki bir bankacılık sektörü ile gerçekleştirilmesi olanaksızdır. Çünkü, üretim yapısı ne olursa olsun, ekonomi ithalat talebinin dışında mali sektörü büyütebilmek için dış finansmana muhtaçtır. Dış finansmanın gelip gelmeyeceği yalnızca iç dinamiklerdeki gelişmelere değil, dış etkenlere de bağlıdır.
Örneğin, 1998-99 yıllarında yaşanan ekonomik daralmanın arkasında Rusya ve Asya krizleri vardır. Türkiye ekonomisi kendi dışındaki küresel gelişmelerin olumsuzluklarını yaşamıştır. Zaten bozuk olan dengeler dış gelişmelerle daha da bozulmuştur.
YETERSİZLİK
Bankacılık sektörünün, ekonominin geldiği boyutlarda, yetersizliği giderek artmaktadır. Sektörün büyümesi ve ekonomik büyümeye kendi başına katkı yapabilmesi ekonomik birimlerin TL’ye güvenlerinin artmasıyla gerçekleşebilecektir. TL’ye güven arttıkça TL mevduatları büyüyecek, vadeler uzayacak, krediler bankaların kendi iç kaynaklarıyla finanse edilebilecek ve bankacılık sektörü reel anlamda büyüyebilecektir.
Bankacılık sektörünün boyutları milli gelirimizin bir kaç katı olduğunda, ekonomik büyüme için yabancı kaynak bağımlılığı da azalacaktır. Yıllarca yüksek enflasyon altında yaşamanın verdiği belirsizliklerle kalıcı istikrar ve sürdürülebilir büyüme için daha alınacak çok yolumuz vardır.